Egeden 14. Sayı - page 6-7

5
4
YAZ 2012
Ege Üniversitesinin önceki Rek-
törü Prof. Dr. Ülkü Bayındır, 1969’da
mezun olduğu EÜ Tıp Fakültesinde
Göğüs Hastalıkları ihtisasının ardın-
dan bir hekim ve akademisyen olarak
pek çok başarıya imza atmış ve ayrıca
pek çok idari görevde bulunmuş.
Başta gönüllü olmadığı idarecilik
kariyeri kendisini EÜ Rektörlüğüne
getirmiş. Çağdaşlık vurgusunun
hayatının her alanında öne çıktığını
bildiğimiz, bilimselliği her daim en
önde tutan, katılımcılığı önemseyen
Prof. Dr. Bayındır’ın önemli bir özelliği
de sanata verdiği önem. Rektörlüğü
döneminde EÜ Prof. Dr. Yusuf Vardar-
MÖTBE Kültür Merkezinde Akademis-
yenler Orkestrasıyla birlikte şarkı söy-
lemesi çoğu Egelinin hafızasında yer
Öğrencilikten rektörlüğe
bir Egeli
etmiş bir sahne. Bu yıl Mart ayında
yaş haddinden emekli olan Prof. Dr.
Bayındır, üç buçuk aydır İzmir’deki
özel bir hastanede hekimlik mesle-
ğine devam ediyor. Aynı zamanda
aynı kurumun danışma kurulu üyesi
olan ve çalışmaya devam etmekten
mutlu olduğunu belirten Prof. Dr.
Bayındır, “Bir yığın şey öğrenmişiz,
biriktirmişiz, bunlar içimizde kal-
masın diye ve biraz da aktif olmak
istedim herhalde…” diyor mesleğini
icra etmeye devam etmesiyle ilgili.
Kendisinin birikimlerini bir miktar da
olsa bu röportajla Egeden okurlarına
aktarabilmeyi umuyoruz.
Ege Üniversitesine gelişiniz nasıl
oldu?
Babam veterinerdi, devlet memu-
ruydu, bu sebeple biraz dolaşmıştık
Türkiye içerisinde. İlkokul beşinci
sınıfa kadar Ankara Çankaya İlko-
kulunda okudum. Babamın böbrek
rahatsızlığı nedeniyle İzmir’e geldik.
Burada İzmir Türk Kolejine devam et-
tim, liseyi de orda bitirdim. Ortaokul-
dayken babam vefat etti. Benden iki
yaş küçük bir erkek kardeşim vardı.
Açıkçası sorumluluğu çok erken yaş-
ta alan bir çocukluğum oldu benim.
Benim zamanımda merkezi üniversi-
teye giriş sınavları yoktu. İzmir’de tıp
ve ziraat fakülteleri kurulalı 5-6 yıl ol-
muştu. Ben hekim olmayı istiyordum
ve Ege Üniversitesine başladım.
Üniversitenin o zamanki halinden
biraz bahseder misiniz?
O zaman Bornova köy gibiydi. İki
saatte bir otobüs kalkardı. Bornova’da
sadece tıp ve ziraat fakülteleri ve çok
az öğrenci vardı. O zaman FKB dedi-
ğimiz fizik, kimya, biyoloji dersleri bir
arada verilirdi. Birinci sınıfı tıp ve zira-
at öğrencileri beraber okurdu. Daha
az insanın birbirini daha yakından
tanıdığı barakadan kantinlerde keyif
içinde öğrenciliğimiz sürdü. Mem-
nunduk. 43 sene öncesinden bahse-
diyorum. O zamandan kalan bir tek
Recep Egemen Amfisi olmalı şimdi.
Derslerimizi orda yapardık.
O zaman da müzikle ilgileniyor
muydunuz?
Ortaokulda müzikle ilgilenmeye
başlamıştım. Müzik yapmayı, söy-
lemeyi, gruplar içinde olmayı çok
severdim. Akordeon, gitar, çok az
piyano çalardım. Mandolinle başla-
mıştım. Küçük amatör gruplarımız
vardı. Kardeşimle ikimiz çalardık.
Lise çağında Latin melodilerine çok
meraklıydık. O zaman bunları öğrene-
bileceğimiz çok yer de yoktu. 45’lik
plakları tekrar tekrar çalarak sözlerini
ve müziğini öğrenirdik ve iki gitar çift
ses Latin müziği yapmaya çalışırdık.
Kampüste sosyal yaşam nasıldı?
Tıp fakültelerinde hiçbir zaman
sosyal yaşam renkli olmamıştır. Ağır-
dır eğitim. Fırsat bulunduğunda kan-
tinlerde arkadaşlarla bir çay içilirdi…
Çalışkan bir öğrenci miydiniz?
Ben disiplinli bir öğrenciydim,
arkadaşlarım da benim ciddi tavırlı
bir insan olduğumu söylerdi. Not için
çalışmazdım. Mezun olduktan sonra
hekimlikte bana yararlı olabilecek
bölümleri ayırırdım. Yani öğrenci-
likte okuyacağımı ve öğrencilikte
unutacağımı bildiğim, ilerde kitaba
bakmaya ihtiyaç duyacağımı bildiğim
bazı bilgileri mesela ilaç dozlarını
ezberlemezdim açıkçası. Ama temel
mekanizmaları, hekimliğin ne oldu-
ğunu, insanın ne olduğunu, insan
sağlığına nasıl yaklaşılması gerek-
tiğini öğrenmeye çalışırdım. Bütün
sınıflarımı doğrudan geçtim. Sadece
birinci sınıfta bir dersten bütünle-
meye kalmıştım. Öyle sınıfın en iyi
öğrencilerinden değildim normal bir
öğrenciydim.
Tıp eğitiminde nasıl bir değişim,
gelişim oldu sizce?
O zaman tıp fakültesi öğrencileri-
nin öğrenmesi gereken bilgi kapsamı
şimdikinden çok daha azdı. Öğren-
cilerin öğrenmesi gereken bilgi kap-
samı çok arttı. Ben öğrenci olduğum
zaman tıp fakülteleri klasik tıp eğitimi
verirlerdi. Bu sistem şuydu: O zaman
anabilim dallarının ismi kürsüydü ve
her kürsü kendi eğitimini kendi ba-
şına planlardı yani kürsüler arasında
bir bağlantı yoktu. Örnek vereyim: İlk
üç sınıf içersinde öğrenci temel bilim
ağırlıklı bir eğitim görürken, mesela
anatomide baş-boyun anatomisini
okurken, fizyoloji kardiyovasküler
sistem fizyolojisini anlatırdı, biyokim-
ya sindirim biyokimyasını anlatırdı,
bir yandan da patolojinin ön hazırlık
derslerinde böbrekle ilgili problem-
ler anlatılırdı. Bunların hepsi kendi
içinde gayet güzel başarılı eğitimler
ama birbirleriyle koordineli değildi.
Daha sonra Hacettepe Tıp Fakülte-
si kuruldu, onlar entegre sisteme
geçtiler. Ondan sonra kurulan tıp
fakültelerinde de entegre sisteme ge-
çildi. 1988’de ben eğitimden sorumlu
dekan yardımcısıydım. O zaman 33
yıllık bir tıp fakültesiydik ve artık
klasik tıp eğitimi oturmuştu. Eğitim-
den sorumlu dekan yardımcısı olarak
1988’de Hacettepe’ye gittim orda bir
süre kaldım entegre sistemi öğren-
dim. Dekanım İlhan Vidinel hocanın
talimatıyla oldu bunlar. Döndüğüm-
de de o sistemi Ege Üniversitesi’nde
yerleştirmeye çalıştım ve 1989’dan
itibaren Ege Üniversitesi entegre tıp
eğitimine geçti. Hala da o enteg-
re sistem gelişerek devam ediyor.
Entegre eğitimin klasik eğitimden
farkı, kürsülerin, anabilim dallarının
bu sistemde birbirleriyle koordineli
çalışmasıdır. Ders kurulları oluşur.
Mesela kardiyovasküler sistem ders
kurulu oluşmuşsa, anatomi kardiyo-
vasküler anatomisini anlatır, fizyoloji
aynı zamanda kardiyovasküler sistem
fizyolojisini anlatır, biyokimya bunla-
rın biyokimyasını anlatır… Dolayısıyla
öğrenci bir ay-bir buçuk ay süren kar-
diyovasküler ders kurulunu entegre
sistemde bitirdiğinde; anatomi, biyo-
kimya, fizyoloji, vb. hepsi aynı şeyleri
birbirini tamamlayarak anlatmış olur.
Bu eğitim açısından daha iyi olur.
Şimdiki eğitimde giderek daha erken
sınıflarda öğrenciler kliniklerin içine
sokuluyor, hastayla daha erken temas
ediyor. Bizim zamanımızda dördüncü
sınıftan itibaren başlardık klinikler-
le ilişkiye. Entegre derslere klinik
hocaları daha erken sınıflarda giriyor.
Bir taraftan öğrenilecek şeyin miktarı
arttı bir taraftan daha iyi öğrenme
yöntemleri arttı. Her şeye rağmen
şimdiki öğrencilerin bize kıyasla daha
fazla yorulduklarını düşünüyorum.
Bütün dünyada tıp eğitiminin giderek
ağırlaştığını düşünüyorum.
Hekimlik, akademisyenlik ve ardın-
dan idarecilik…O nasıl başladı?
1988 yılının Ağustosunda profe-
sör oldum. “Artık bundan sonra bir
aşama kalmadı, rahat rahat bilimsel
araştırmalarımı yaparım, mesleğimin
içinde daha rahat çalışırım” diye dü-
Üsttekifotoğraf:TıpFakültesinino
dönemdeöğrencilereyönelikdüzenlediği
doğu gezilerinden bir kare.
Sağdakifotoğraf:Bayındır,şimdiİzmir'de
birözelhastanedeçoksevdiğimesleğine
devam ediyor.
1,2-3,4-5 8-9,10-11,12-13,14-15,16-17,18-19,20-21,22-23,24-25,26-27,...80
Powered by FlippingBook