Egeden 18. Sayı - page 68-69

66
67
GÜZ 2013
Edebiyatta vampir figürü,
Avrupa’da aristokrasinin yıkılması ve
burjuvazinin yükselmesi ile aristok-
ratların korkularını dışa vurduğu bir
figür. Drakula romanının da özü budur
aslında. Romandaki emlakçı Jonat-
han Harker küçük burjuvayı temsil
eder. Drakula ise kesinlikle bu ticari
eşitliği kabul etmez. O her zaman
aristokrat, hükmeden, kan yoluyla
soylu olan, başka bir deyişle soylu
doğan bir figürdür. Özellikle 1800’ler-
deki başka vampirlerde de, örneğin
Sheridan Lefanu‘nun 1872’de yazdığı
“Carmilla”da ya da Drakula’dan 60 sene
önce Jonh Polidori tarafından yazı-
lan “The Vampyre”da hep aristokrat
olarak karşımıza çıkarlar. Aristokratlık
o temellere dayanıyor. Ancak giderek
insana yaklaşan bir figür halini alıyor.
Zaman içinde vampirler pusuya yatmış
canavar görünümünden kurtulup şık,
baştan çıkartıcı, güzel yaratıklar haline
geliyor. İnsanların arasında dolaşır-
larken vampir oldukları anlaşılma-
maya başlanıyor. Bu önemli bir evrim
aslında. Sinema tarihinin ilk vampir
filmi olan, 1922 yılında Alman dışavu-
rumcu yönetmen FriedrichW. Murnau
tarafından çekilen “Nosferatu” filminde
vampir, kont olmasına rağmen çok
çirkin, pis kokuludur. O anlatıda folk-
lorik anlatılardaki gibi ilk anda korku
yaratan canavar gibi bir figürdür. Tabii
sinemanın geçirdiği dönüşüm ile bir-
likte aristokrat vampir figürü 1980’lere
kadar epey sömürülmüştür. 80’ler-
den sonra ortaya çıkan pek çok figür
gibi vampirler de tüketim kültürüne
adapte edilmiştir. Geldiğimiz noktada
artık bilgisayar oyunu biçiminde, hatta
sarımsak kapsülleri ile kolayca yok
edilebilen vampirler ortaya çıkmıştır.
Vampir figürü güçlü karakterinden
sıyırılmış, tüketim kültürüne uyum
sağalmıştır böylece. 80’lerden sonra
western vampir filmleri, gençlik vam-
pir filmleri çekildi. En son geldiğimiz
noktada örneğin Türkçe’ye “Alacaka-
ranlık” olarak çevrilen “Twilight”, genç-
lik filmi kodraları ile vampiri birleştiren
filmdir.
Romanın günümüzde geçen
kısımlarındaki diyaloglarda, İngiliz-
ce-Türkçe karışık bir dil kullanılmış.
Bunu neden tercih ettiniz?
Roman okunduktan sonra bana
dönen yorumlar arasında en göze
çarpanı da bu konudaki eleştiriler
oldu. Okuyucudan gelen geri bildi-
rimler bana çok iyi doneler veriyor.
Birbirinden farklı yaş, cinsiyet, eğitim
düzeyindeki bir çok insanın fikirlerini
öğrenmiş oluyorsunuz. O İngilizce
Türkçe karışık konuşma biçimi en çok
eleştirilen konulardan birisi oldu. Ama
aslında böyle bir dil kullanan pek çok
insan var artık. Ayrıca dil yaşayan,
değişen, evrilen de bir şey. Globalleş-
me süreci içerisinde İngilizce’nin de
anadilimiz içine karışması gibi durum
ortaya çıktı. Romanda bu dili kullanan
karakterler üniversite mezunu, gaze-
tecilik yapıyorlar, dünya ile ilişkileri var.
Bu dili kullanmaları da yabancılaşma
göstergelerinden biri. Dili bozarak
da İngilizce’yle biraz karıştıran, biraz
argoyla karışık konuşan pek çok genç
var. Onlara da dokunmak istedim, eleş-
tirmek değil, ne hale geldiğini ortaya
koymak anlamında.
Romandan aldığınız genel geri
dönüşler nasıl peki?
Eski hikâyenin çok iyi olduğunu, iyi
aktığını söylüyorlar. Genelde eleştiriler
bugünkü hikâyeye geliyor. Ben bunu
biraz da herkesin şimdiyi farklı yaşa-
masına ve algılamasına bağlıyorum.
Geçmiş, insanların kafasında daha yek-
pare bir imaja sahip. Şatolar, pelerinler,
atlar... Ciddi bir kraliçe vampir, onun
sadık hizmetçisi... Böylece iyi akıyor
hikaye. Ama bugüne dair herkesin
ayrı bir fikri var, dolayısıyla da ayrı bir
beklentisi.
Peki vampir karakterinin eskiye
oranla çok daha fazla gündemde ve
tabiri caizse “moda” olmasını neye
bağlıyorsunuz?
Şöyle diyelim; aslında ben 2005’te
yüksek lisans tezimi bitirdiğim zaman
“Twilightmania” ve arkasından gelen
vampir furyası ortada yoktu. Bu ilk
soruya da bir ekleme olsun. Bu romanı
aslında biraz da bu yüzden yazdım
sanırım. Vampir figürünün o kadar içi
boşaltıldı ve balon hale getirildi ki... Bir
sinema yazarının çok güzel bir eleştirisi
vardı Twilight ile ilgili, “vampirler kılçığı
alınmış hale getirildi” diye. Gerçekten
de vampirler çok fazla evcilleştirildi,
Alacakaranlık’taki Edward karakteri
pop ikonu haline getirildi. Eski vam-
pirler gün ışığında yanar, o yüzden
gündüzleri gezemezler, ama o parlıyor.
Michael Jackson gibi bir yıldız albenisi
var. Roman biraz da buna tepki aslın-
da. Kendimce vampire ciddi imajını
geri kazandırmak için yazdım. Çünkü
bence Twilight aslında vampir figürü-
nü “ayağa düşüren” bir roman, bir film.
Ama onların ana amacı satmak. Genç-
liğin ne hoşuna gider diye üretilen bir
kurmaca. Bu anlamda türü yaygınlaş-
tırması açısından bana faydası oldu
tabii. Çünkü artık herkesin vampirle
ilgili bir fikri var, çoğununki Twilight’la
sınırlı kalsa da... Ama bana göre vampir
ciddi bir figür. Tabii ki benim kitabım
Twilight ölçeğinde bir kitap değil, dün-
ya dağıtımını bırakın, ülke içi dağıtımı
bile onunla boy ölçüşemez. Ama yine
de okuyanlar beğeniyorlar, okurlarımın
bir kısmının “vampir böyle olmalı” de-
diğini biliyorum. Tabii tüketim kültürü
ile başetmek mümkün değil, çünkü
satmak için üretiyorlar. Ama benim
ana amacım o değil, amacım okuyan-
larla duygusal bir bağ kurmak.
Tam da bu tüketim kültürü ve
pazar konusuna girmişken... Bu sizin
ikinci kitabınız. İlk olarak yüksek
lisans tezinizi kitaplaştırdığınız. Ama
roman olarak ilk kitabınız olması
dolayısıyla yeni bir yazar olarak daha
çok okurla buluşabilmenin ana kuralı
bir pazar ağına dahil olmak. Bu süreç
nasıl gelişti?
Bu kitabı büyük yayınevlerine falan
göndermeyi hiç denemedim. Yüksek li-
sans tezimi kitaplaştırdığımda nerede,
nasıl bastıracağımı bilememiş, pek çok
yayınevine göndermiştim ve oradan
hiç tanımadığım biri dönmüştü bana.
Ama bu kitapta daha önce anlattığım
gibi şans eseri yeni kurulan bir yayınevi
ile bağlantı kuruldu, yarısını yazıp gön-
derince ve onlar da çok beğenince ge-
risi geldi. Böylece bir kanal oluştu. Çok
satmayı temel amaç olarak gütmesem
de, insanlara ulaşmasını isterim tabii ki
kitabımın. Bu anlamda da yazmak işin
sadece yarısı aslında.
Ama şöyle bir artısı oldu kitabın
bana, inceden de olsa kendimi bir
yazara gibi hissetmeye başladım.
Kısa filmlerde de buna benzer bir his
yaşamıştım. Çeşitli ödüllerim de var.
Ama yazar olmak daha farklı, sonuçta
edebiyat ve sinema kardeş gibi olsa da
bu başka bir mecra. Özellikle fantastik
edebiyat Türkiye’de yeni gelişen bir tür.
Biliyorsunuz Tükiye dünyanın hep 5-10
yıl gerisindedir bu konularda. Şimdiler-
de bir gelişme, bir hareketlenme var.
Okurlardan gelen güzel geri dönüşler
bana yazabiliğimi hissettirdi. Ama tabii
ki yazar oldum demek için daha erken.
Peki Türkiye’de fantastik edebiya-
tı takip ediyor musunuz?
Aslına bakarsanız ben çok iyi bir
fantastik edebiyat okuru değilim.
Drakula, Carmilla, Frankenstein, Vam-
pirle Görüşme, Vampir Vittorio, Ben
Strahd gibi romanları tezden dolayı
okumuştum. Ama gerçek bir fantas-
tik okuru olduğumu söyleyemem.
Daha çok Kafka, Nietzsche, Camus,
Dostoyevski gibi “büyük”, fantastiğin
dışında ama aynı zamanda kesişen de
şeyler okuyorum. Türkiye’den Hasan
Ali Toptaş okuyorum örneğin, “Gölge-
sizler” kitabını Ümit Ünal film yapmıştı,
ki o çoğu fantastik esere göre daha
korkutucudur. Ya da Yusuf Atılgan oku-
rum, “Anayurt Oteli”, “Aylak Adam” gibi.
Bir yandan Doğu Yücel de okurum,
“Varolmayanlar”ı çıktığı zaman hemen
okudum. Ferhat Uludere okurum, çok
bilinmeyen ama benim hemşehrim
olan bir yazardır. “Sonbaharda Sarhoş
Bir Kasaba” diye bir romanı var, içinde
cinler, periler gibi Türk folkloruna ait
pek çok fantastik öğeler bulunuyor.
Ama açık söylemek gerekirse kitabımla
beraber son dönemlerde yavaş yavaş
giriyorum fantastik edebiyat türü
içine. Merak da ediyorum başkalarının
yazdıklarını tabii.
Bu noktada eleştirel birşeyler
söylemek isterim. Sinemada, müzikte
olduğu gibi edebiyatta da İstanbul
hegemonyası hakim. Diğer şehirlere,
taşra muamelesi yapılıyor. Meteoro-
lojide de hep söylenir ya, “İstanbul’a
kar yağmışsa, kış gelmiştir” diye.
İşte tam da bu nedenle İstanbul’da
değilsen yaptığın şeyler kıyıda kalıyor.
Türkiye’de hatta Ben daha önce
İzmir’de geçen bir vampir romanı gör-
memiştim. İzmir’den film yapmak da
zor, yaptığın zaman İstanbul’daki kadar
kanallara girmen mümkün de değil.
İlla İstanbul’dan bir takım bağlantılar
kurman gerekiyor. Edebiyatta da böyle
maalesef. İzmir’in ciddi bir kıyıda kal-
mışlığı var ve kitap sayesinde daha da
çok hissettim bunu.
Kitabınızın başında “İzmir güzel
ama hayat standart. Hangi şehir
standart değil ki” diye soruyorsunuz.
Önceki değerlendirmelerinize paralel
olarak İstanbul’un standart olmadı-
ğını düşünüyor musunuz?
Hayır, hiç düşünmüyorum. Hatta
İstanbul’un da standartın doruklarında
olduğunu düşünüyorum. İzmir’i şehir
olarak çok severim. Ama bir de çalışma
boyutu var, üniversite mezunu in-
sanların iş sıkıntısı çektiği gerçeği var.
Pek çok sektörde böyle ama özellikle
medya sektöründe maalesef –maale-
sef diyorum çünkü İstanbul’un insan
ilişkilerini öğüten de bir yanı var– İs-
tanbul tek alternatif oluyor. İstanbul’da
da bir süre yaşadım. Ama orada da
pek çok arkadaşımın gündelik hayatını
görüyorum, sürekli aynı saatte kalkıp
aynı işe gidiyorlar... Metropolün stresi
ve yoğunluğu insanları zombileştiriyor.
Bütün arkadaşlarım İstanbul’dan kaç-
mak istiyor, ama başka yerde de iş yok.
İzmir’e gelmek isteyen o kadar çok
arkadaşım var ki. Ama İzmir’de de bir
hafta sonra hareketsizlikten sıkılmaya
başlıyorlar. Bu modernleşme ve yaban-
cılaşma konusu oldukça derinlikli tabii
ama sonuç olarak İstanbul bence stan-
dartın en yüksek olduğu yer bence.
Bundan en ciddi yarayı insan ilişkileri
alıyor. İzmir bu açıdan şanslı. Burada
hâlâ “maddiyata yenilmemiş bir insan
ilişkisi”mevcut.
Planladığınız yeni çalışmalar
var mı?
Gece Gelen’i bir üçleme olarak
tasarladım. Bir sonraki kitapta hika-
yeyi geçmiş gelecek olarak değil, aynı
zaman diliminde birbirine paralel
hikâyeler olarak anlatacağım. Alev’in
hikâyesi devam edecek. Ama vampir-
lerin kendi arasında geçen büyük bir
öykü de var. Alev’in öyküsü üzerinden
Türkiye’nin bugünü ile ilgili öyküler
eklemeyi düşünüyorum. Üçüncü
kitabın sonunda bu öyküyü bırakmayı
planlıyorum. Bundan sonra başka
türde yazmak istiyorum. Bu roman-
daki karakterde ucundan kıyısından
incelemeye çalıştığımmodern insanın
yabancılaşmasını daha derinlemesine
ele almak istiyorum. Sadace fantastik
değil, daha serbest, günümüze kafa
yoran, postmodern insanla ilgilenen
romanlar yazmak istiyorum. Tabii
bugünden yarına olacak işler değil
bunlar, zaman ister. İzmir’den de bu
işin yapılabileceğini göstermek isti-
yorum. Çalışmak, üretmek, yılmamak
lazım, biliyorum.
1...,48-49,50-51,52-53,54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67 70-71,72-73,74-75,76-77,78-79,80
Powered by FlippingBook