Egeden 19. Sayı - page 70-71

68
69
YAZ 2013
Ayvalık’ın mavi gökleri
onun yasını tutuyor...
Ahmet Yorulmaz’ın acı kaybını
Oya Uğral’ın telefonundan öğren-
dim. Bu haber beni derinden sarstı.
Kendisinden birkaç gün önce ölen,
yaşamı bilmem kaç voltluk pile bağlı
olan sevgili eşi Işık Hanım’dan sonra
o da göçüp gitmişti (27 Mart 2014).
Ne yazık ki bu acı olaydan zamanında
haberim olmadı. Cenazesine gidip
ona karşı son görevimi de yapmaya
sağlığım elverişli değildi. Cenazesi Sa-
atli Cami’den kaldırılmış ve Ayvalık’ın,
çevrenin önde gelen adları hazır
bulunmuş. Ayvalık bir sevdalısını, bir
tarihçisini, bir coğrafyacısını, bir kültür
adamını ve büyük bir yazarını yitirdi.
Türkiye de hoşgörülü bir aydınından
yoksun kaldı. Bizler de“kadim”bir dos-
tumuzu sonsuza uğurlamanın acısı
içindeyiz. Ayvalık’ın mavi gökleri onun
yasını tutuyor olsa gerek.
Yorulmaz, son günlerde
adını yazamadığım fakat er geç
mikrobunun mızraklanacağına
inandığım o menhus hastalığın
pençesine düşmüştü. Tedavi için sık
sık İzmir’e gelip gidiyordu. Ayvalık’tan
ayrılmış, Balıkesir’in Dursunlu köyüne
yerleşmişti. Otuz üç yıl işlettiği Geylan
Kitabevi’ni de manevi kızı Semra
Berksu’ya devretmişti.
Ahmet Yorulmaz, Girit’ten
Ayvalık’a göç eden mübadil bir
ailenin oğlu olarak burada doğdu
(1932). O yıllarda Ayvalık tamamen
boşalmış,ekonomisi çökmüş,ülke bü-
yük bir felaketin eşiğinden dönmüştü.
Girit’ten gelenlerle Midilli mübadilleri
arasında kıyasıya bir çekişme başla-
mıştı. Giritlilerin konuştuğu Grekçe,
uyumsuzluğun başlıca nedenlerin-
den biri olarak görülmektedir. Birçok
aile Ayvalık’ı terk edip başka yerlere
gidiyordu. Mübadillerin iskân edildiği
Ayvalık en geç istikrar bulan yerlerden
biri oldu. Gerçekten burada tutunmak
oldukça güçtü. Fakat Yorulmaz ailesi
direndi ve tutundu, Ayvalık’a kök
saldı. Yorulmaz, kendisiyle yapılan
bir söyleşide ailenin geçimini şöyle
anlatıyor:“Dayımgil , yani anamgiller
Şaban Efendi denilen bir zatın işlettiği
yoğurtçuluk, peynircilik işini yapıyor-
lardı. Babam komisyonculuğu devam
ettiriyordu”.Yorulmaz; mübadele, göç,
Girit vb. öyküleriyle büyüdü. Yazacağı
kitapların malzemesi daha o günlerde
kafasında biçimlenmişti.
Yorulmaz,sanat okulunu bitirdi. Fa-
kat kendi deyimine göre“Auto didakt
olarak” yetişti. Kendi kendini yetiştirip
geliştirmeye bağlı bir eğitimden geçti.
Ailesinden çat pat öğrendiği Grekçeyi
gelişirmesi de yine kendi çabasıyla
oldu.
Yorulmaz’ın yaşamı Ayvalık’ı,
Cunda’yı (Ali Bey Adası) araştırmakla
geçti. Geylan Kitabevi’ni açarak
buranın kültürüne büyük bir katkı
sağladı. Ayvalık’ı Gezerken yazdığı
tarihini her baskısında yeni bilgi ve
belgelerle zenginleştirdi. Kokulu
Ada’nın (Moskonissi) daha 1862
yılında bir belediyesi olduğunu ortaya
koydu. Mübadele ile kurulan Ayvalık’ı
ve Cunda’yı o bize anlattı. Girit’ten
gelen mübadillerin sıkıntılarını,
aşklarını, özlemlerini, beklentilerini,
umutlarını, dünyaya bakışlarını yine
onun kaleminden öğrendik. Ayvalık
yemeklerinin lezzetini de onunla
tatmış olduk.Bugün Ayvalık’ta
yayımlanmakta olan Hürses gazetesini
o kurdu. Yorulmaz’ın“mübadele”
yazınına katkısı çok büyüktür. Bu
konudaki eserleri geçmişin o sıkıntılı
günlerine ışık tutar.
Ben Ayvalık üzerine yaptığım
araştırmalarda ondan çok şey öğren-
dim. Her zorlukta ona başvurdum..
Güçlükleri onun desteğiyle çözdüm.
Kendisine minnet borçluyum. Baş-
bakanlık Osmanlı Arşivi’nde Cunda
(Yunda) kazasıyla ilgili bir belge
bulmuştum. Bu belgede Metropolit
Agatonkiyasi’nin(5.000) beş bin altın
harcayarak yaptırdığı anıtsal despot
kulesinden söz ediliyordu. Bina yıkılıp
yok olmuş olamazdı. Telefonda Yorul-
maz’a sordum. Binayı tarif ederen bir
yandan da tarihçesini anlatıyordu. En
son yetiştirme yurdu olarak kullanıl-
mış şimdi terk edilmişti. Belgede bu
anıtsal binayı Osmanlılar, kazanın
hükümet merkezi olarak kullanılmak
üzere varisleriye yapılan pazarlıktan
söz ediliyordu. Çünkü o zaman Cunda
adası Ayvalık’a değil Midilli’ye bağlı
idi. Namık Kemal buraya gelmiş ve
Cunda’nın Midilli’ye bağlı olmasına
anlam verememişti. Binayı gidip bul-
dum. Bütün ilgili kurum ve kuruluşlara
yazı yazdım. Buranın kurtarılması ve
bir müzeye dönüştürülmesi için. Oya
Uğral’ın Cumhuriyet’te çıkan yazıları
başlangıçta umut vericiydi. Fakat
arkası gelmedi.
Üniversitem, büyük bir kadirbilirlik
örneği göstererek Yorulmaz’la
görüşmek üzere Yrd. Doç. Dr. Engin
Önen, Gamze Karademir Erol ve
Demet Altuntaş’ı görevlendirdi.
Ayvalık esintileri taşıyan bu kapsamlı
dosyanın konuğu Ahmet Yorulmaz’dı.
Rahatsızlığına karşın dergimizin
çağrısını kabul etti. Engin Önen’in
sorularını yanıtladı. Başında beresi,
gür saçları ve neşeli haliyle bize
gülümsüyor Yorulmaz (Egeden,
Sayı 16, Bahar 2013). Dergimizin
bu sayısının değerini şimdi daha iyi
anlıyoruz. Işıklar içinde yatsın....
Kemal Bekir’in ardından...
Kemal Bekir’in Unutmamak kitabını
büyük bir ilgiyle okudum. Bu eserle ilgili
basınımızda epeyce yazı da yazıldı. Not
aldım. Ben de bir şeyler karalamak isti-
yordum. Cumhuriyet’i karıştırırken (16
Ocak) bir kayıp duyurusu beni canevim-
den vurdu. Ölmüş. Ne TV kanallarında
bir haber ne de gazetelerde bir yazı…
Üstelik sonradan öğrendiğime göre
İzmir’de vermiş son nefesini. Nasıl olur?
Bize bu kadar yakın, yanıbaşımızda
sönüp giden bir büyüğümüzden habe-
rimiz olmaz? Yazıklar olsun! Bu umur-
samazlık, bu vefasızlık yalnız bize özgü
değil sanırım. Geçen yıl ölen ünlü Fran-
sız tarihçisi Jacques Heers’ten de yalnız
Le Monde gazetesi söz etmişti. Kemal
Bekir’in geniş bir çevresi olduğunu bili-
yorum. Tanıdıkları, dostları, arkadaşları
onu unutmayacaklardır elbet. Nitekim
Cumhuriyet’in bugünkü sayısında (18
Ocak) çıkan Eray Canberk’in yazısı yüre-
ğime su serpti. Bunun arkası gelecektir.
Ben Kemal Bekir’le ilk kez
Cumhuriyet’in Sarımsaklı’da (Ayvalık)
düzenlediği bir toplantıda karşılaştm.
Karşılaştım, diyorum. Çünkü kendisini,
epeyce karıştırdığım Fikirler dergisinde-
ki öykülerinden ve Hamlet’teki Horatio
rolünden biliyordum. Onun aydınlık
yüzünü burada gördüm Sözünü ettiğim
yayın organı, harf devriminden önce
yayına girmiş, sonra İzmir Halkevi’nin
yayın organına dönüşmüş, içeriği zen-
gin bir kültür ve sanat dergisiydi. Sonra
boyutlar küçülmüş, Vedide Baha Pars
dergiye yeni bir ruh ve içerik kazandır-
mıştı. Fikirler, İzmirli gençlere kapılarını
açmış ve onlara kol kanat germiştir.
Kemal Bekir, Nahit Ulvi Akgün, Behçet
Necatigil, Berin Taşan, Samim Kocagöz,
Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Salah
Birsel, Attila İlhan vb. daha nice genç
şair ve edebiyatçılar burada yazıyordu.
Deyim yerindeyse geleceğin Türk ede-
biyatı Fikirler’in bağrından çıkıyordu.
Ben toplantıya İzmir’den katlıyordum.
Rahmetli de İstanbul’dan. Onun ortao-
kul ve lise günleri İzmir’de geçmiş, son-
ra Ankara Devlet Konservatuvarı’nda
okumuştu. Ben o sırada onun hocası
olan Orhan Burian üzerinde çalışıyor-
dum. Bu, bizi birbirimize yaklaştırdı ve
aramızda sağlam bir köprü kurulmasına
katkıda bulundu. Sonra İzmir’e geldi.
Bir akrabasında kalıyordu. Fakülteme
uğradı. Burada Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü’nden kimi öğretim üyeleriy-
le tanıştı ve onlara kimi konulardan
ötürü sitem etti. Bizim dostluğumuz
sürdü. Telefonlaşıyorduk. Son yıllarda
İstanbul’a gidemiyordum. Arayıp so-
ramadım da. Ama bu edebiyat, tiyatro
adamı, roman ve öykü yazarıyla birkaç
gün süren dostluğun bana kazandırdığı
birikimi unutamam!
Kemal Bekir, İzmir’e Çivril’den
gelmişti. Burada kök saldı. Konservatu-
var sınavını kazanarak Ankara’ya gitti.
İzmir’i olduğu gibi Ankara’yı da bize
o tanıttı. O yılların Ankarası üzerine
verdiği bilgiler büyük bir belgesel
değeri taşır. Konservatuvarın durumu
ve hocaları üzerine yazdıkları kültür
tarihimize büyük bir katkıdır. Giriş
sınavında ona şiir okutan Sabahattin Ali
ne yazık ki onun girdiği tarihte konser-
vatuvardan ayrılmıştı. Ama Kemal Bekir
onunla iletişimi sürdürür. Orhan Burian
için diyorki :”Orhan Burian, bana göre
bulunmaz bir hocaydı. Ders programını
sessiz sedasız uygulardı. Konu başlığını
bile anlatımı içinde öğrenirdik. Öğren-
cisini zorlamaz, sınav yapmaz, hevesi
varsa okur, öğrenir gibi hoşgörülü bir
tutumu vardı. Onun bu hoşgörüsünü
biz de beklediği gibi algılar, saygıyı asla
unutmazdık. Shakespeare’in Hamlet’ini
açıklamalı okumasını günlerce, haftalar-
ca aynı tutumla sürdürmüştü…”
Kemal Bekir, hocasını okulu bitir-
dikten sonra da unutmadı. Onu aradı,
sordu. Orhan Burian, Ufuklar’ı çıkardığı
zaman ona götürdüğü “Bayrama Yakın”
öyküsünü dergiye koydu (no: 4). Bu öy-
künün adı, Kemal Bekir’in daha sonra
topladığı öykülerinin de başlığı oldu.
Benim elimde konservatuvarın o gün-
lerdeki öğretim elemanlarını gösteren
toplu bir fotograf var. En başta Müdür
Orhan Şaik Gökyay, Orhan Burian, Saba-
hatin Ali, Carl Ebert ve diğerleri. Kemal
Bekir, Orhan Şaik Bey’in müdürlüğünü
görmediğini yazıyor. Bu fotograf daha
sonraki bir zamana ait olmalı. Ama
Sabahattin Ali’nin bu resimde yer
almasını açıklamak zor. Üstünde de ne
yazık ki tarih yok. Araştırılması gereken
bir konu.
Kemal Bekir o yıllarda birbirinden
değerli konservatuvardaki hocalarla
yetinmez. Ankara’nın önde gelen bilim,
kültür, edebiyat ve sanat adamlarıyla
tanışır. Her bakımdan yaşam savaşına
hazırlanır. Konservatuvar çıkışında ti-
yatroya girer. Bu devam etmez. Bir süre
sonra koğuşturmalar, soruşturmalar,
tutuklamalar birbirini izler. Sözün kısası
yaşamı alt üst olur. Yaşama tutunabil-
mek için gazetecilik, muhasebecilik gibi
işler yapar. Tekrar tiyatroya, mesleğine
dönmesi yıllar sürer. Kemal Bekir, bütün
sıkıntılara karşın kendisinden bekleneni
bu topluma vermiştir, verebilmiştir.
Öyküler, romanlar, oyunlar…Ben onun
öykülerini biliyordum. Yabancılar,
Kaçaklar, Kanlı Düğün romanlarını
sonradan okudum . Nahit Sırrı Örik’in
eserlerinden radyoya uyarladığı ve ödül
kalzanan eseri Düşüş’ten kendisi bana
uzun uzun söz etmişti. Işıklar içinde
yatmanı dilerim aziz dost..
1...,50-51,52-53,54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67,68-69 72-73,74-75,76-77,78-79,80-81,82-83,84
Powered by FlippingBook