Egeden 20. Sayı - page 70-71

68
69
GÜZ 2014
çıkan meyveyi örten acımsı tatlı zar
İsa’nın çilesini, zarlar soyulunca or-
taya çıkan lezzetli meyve ise İsa’nın
öğretilerini temsil etmektedir.
Sanayileşme ve onunla birlik-
te başlayan modern zamanlarda
sanat, din ve otoritenin zincirinden
kurtulmuş, sanatçılar özgür bir
şekilde kendi dünya görüşlerini
tuvallerine aktarmaya başlamışlar-
dır. Endüstrileşmenin getirdiği yeni
yaşam koşullarında zenginleşen
grupların yanı sıra zor koşullarda
yaşam mücadelesi veren alt tabaka
da sanata konu olmaya başlamıştır.
19. yüzyılın ortalarında Fransa’da
ortaya çıkan Gerçekçilik akımına
mensup Jean-François Millet’nin
Angelus adlı tablosu (1857-9) tar-
lalarında patates hasadı yapan bir
köylü çiftin, uzaklarda belli belirsiz
seçilen kilisenin çanından gelen çan
seslerini duyduklarında, Angelus
duasını okumalarını resmetmekte-
dir. Yüzleri seçilemeyen bu köylü
çift dingin ve saygılı bir şekilde
ellerindeki nimetler için şükretmek-
tedirler. Patates, Yeni Dünya’dan
Eski Dünya’ya ulaştıktan sonra uzun
bir süre rağbet görmemiş, ancak 17.
yüzyılda Versailles Sarayı’nın bah-
çelerinde üretilmeye başladıktan
sonra hızla yaygınlaşmış ve Avrupa
köylülerinin başlıca besin maddele-
rinden birisi haline gelmiştir. Vincent
Van Gogh’un Patates Yiyenler (1885)
adlı tablosu, mütevazı evlerinde
patates yiyen köylüleri gösterirken,
bu besinin kırsal kesim yaşamındaki
öneminin de altını çizmektedir.
Benzer bir şekilde, Millet’nin
resminden yaklaşık 80 yıl sonra
ünlü Meksikalı ressam Diego Rivera,
Şeker Kamışı Hasadı adlı resminde
ağzımızı tatlandıran şekerin acılarla
dolu tarihine gönderme yapmakta-
dır. Burada büyük arazi sahiplerinin
geniş arazilerinde üretilen şeker
kamışının hasadını yapan yerli
insanlar ve hatta köleler ağır çalışma
koşullarıyla tanımlanmışlardır.
Yemek masasından, sanatın
tarihine uzanan bir konuyu böy-
lesine kısa bir yazıda kapsamlı bir
şekilde ele almak maalesef mümkün
değildir. Ancak genel bir çerçevenin
çizildiği bu yazı, karşımıza çıkan
herhangi bir sanat eserindeki öge-
lerin kendilerinin dışında üzerlerine
yüklenmiş anlamları da bizlere
aktardığını unutmamız gerektiğine
dair ufak ipuçları vermeyi amaçla-
maktadır.
Toplumları oluşturan temel
öğe ortak bir coğrafi mekânda
birlikte yaşayan, ortak kültü-
rel değer ve normlara sahip
ve birbirleri ile karşılıklı ilişki
içinde olan bireylerdir. Bireyler;
toplumsal yaşam içinde hem
kendi neslinin hem de sosyal
normların idamesinden so-
rumludur. Neslin sürdürülmesi
konusunda birey öncelikle
beden algısını kullanır. Böylece
toplumsal yaşamda “sağlıklı
nesiller için sağlıklı bedenle-
rin olması gerekliliği” anlayışı ortaya
çıkmaktadır. Klasik toplum yapısında
bedensel yapıda “normalin dışında”
bir durumun varlığı neslin devamı
bakımdan tehlikedir, hatta Allah
tarafından bir cezalandırmadır ve bir
an önce ortadan kaldırılması gereken,
toplum içinde görünmemesi gereken
bir durumdur. Bu bakış açısının temel
olarak yansıdığı alanlardan birinin
“engellilik” kavramı olduğu görülmek-
tedir. Engelliliği oluşturan ana neden
bireyin bedeninde diğer bireylerde
veya “normalde” görülmeyen bir tıbbi
sorunun olmasıdır. Tıbbi sorun eğer
bireyin toplumsal yaşamda normal
olarak algılanmasını engelliyorsa, o
zaman ortaya bedenlerindeki farklılık
nedeniyle dışlanan, istenmeyen, ce-
zalandırılan birey ortaya çıkacaktır.
2001 yılında DSÖ tarafından
engellilik kavramında bir değişim ya-
pılarak, bireyin yeti yitimi, yetersizlik,
fonksiyon kaybı nedeniyle toplumsal
yaşama katılımda dezavantaj yaşadığı
durumları ifade etmek için kullanımı
önerilmektedir. Engellilik kavramında
sorumlu toplumdur, dil ile zihin de
buna göre değişmektedir. Engellilik
kavramı artık bireyin tıbbi sorununa
değil gereksinimlerin farklılığına ve
bunların karşılanması ile toplumda
FARKLILIKLARLA BİRLİKTE YAŞAMA
anlayışı ön plana çıkmıştır.
Ege Üniversitesi’nde 2008
yılında kurulan Engelsiz Ege Birimi
ile üniversitemiz engellilik politikası
belirlemiştir. Buna göre kurumumuz-
da “engelli bireylere karşı acıma ve
ayrımcılık duygusuna dayanmadan,
engelli bireylerin toplumda bağımsız
yaşayabilmelerinde önemli
bir aşama olan eğitim
öğretim yaşantılarını ba-
şarıyla tamamlamaları için
gereksinimlerin saptanması
ve karşılanması, engelli-
engelsiz tüm personel ve
öğrencilerimizde engellilik
bilinci oluşturulması” temel
amaçtır ve engellilikle ilgili
yapılacak tüm faaliyetlerin
bu politikaya uygun olması
öngörülmüştür.
Ege Üniversitesi ve EğitimHakkı
Eğitim hakkı temel insan hakla-
rından biridir. Her bireyin herhangi
bir engelle karşılaşmadan bu haktan
yararlanması için ülkemizde yasal
durum uygundur. Ancak yasaların
varlığına rağmen engelli bireylerin
eğitim hakkından yararlanmasında
hala sorunlar yaşandığı görülmekte-
dir. Türkiye Özürlülük Araştırması’na
(2002) göre engelli bireylerin %
36,3’ü okuryazar değil, % 40,9’u ilko-
kul, % 2,4’ü ise yükseköğrenimi ta-
mamlamış durumda. TUİK Özürlülerin
Sorun ve Beklentileri Araştırması’na
(2010) göre engelli bireylerin %
41,6’sı okur-yazar değil, % 18,2’si
okur-yazar olup bir okul bitirmeyen,
% 22,3’ü ilkokul, % 10,3’ü ilköğretim/
ortaokul, % 7,7’si ise lise ve üstü bir
Ege Üniversitesi engelli
haklarından yararlandırmada
fark yaratıyor
GÜNDEM EGE
Doç. Dr. Hatice ŞAHİN
EÜ Engelsiz Ege Birimi
Prof. Dr. Kazım ÇAPACI
Engelli Çocuklar Rehabilitasyon
ve Eğitim Parkı Uygulama ve
Araştırma Merkezi
Doç. Dr. Funda ÇALIŞ
Doç. Dr. Hale KARAPOLAT
Doç. Dr. Sibel EYİGÖR
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
AnabilimDalı
e
1...,50-51,52-53,54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67,68-69 72-73,74-75,76-77,78-79,80-81,82-83,84
Powered by FlippingBook