Egeden 20. Sayı - page 50-51

48
49
GÜZ 2014
“Son dönemTürk Sineması’nda
en önemli yönetmen kim?” sorusuna
birçok kişinin yanıtının Nuri Bilge
Ceylan olacağını tahmin etmek pek
de güç değildir. Nesnel bir ölçüt koy-
mak gerekirse, en azından Nuri Bilge
filmlerinin aldığı uluslararası ödül-
ler bağlamında bu büyük ölçüde
doğrudur da. Söyleşilerinde sine-
mayla ilgilenmeye başladığı dönemi,
Türkiye’de bireyin sosyal anlamda
giderek yalnızlaştırıldığı 1980’ler
olarak belirten Ceylan, “yalnızlığı bir
kader gibi kabullenmiş durumdayım”
sözleri ile, o yılların kişiliğinde kalıcı
bir tek başınalık durumu bıraktığını
vurgulamaktadır. Söz konusu süreçte
toplumun büyük kesimi gibi yaban-
cılaşarak kendi bireyselliğine gömül-
düğünü belirten Nuri Bilge Ceylan,
sinema öncesi yıllarında manevi
bir çıkışsızlık içine düştüğünü şöyle
aktarmaktadır: “İçimdeki boşluk ve
anlamsızlık duygusu iyice büyümüş
durumdaydı. Çok yalnızdım. İnsan
ilişkileri çok zor gelmeye başlamıştı.”
Bireyin çevresini, yaşamını ve dün-
yayı anlamlandırırken kültürel değer
şemalarını kullandığı düşünüldüğün-
de, Nuri Bilge Ceylan’ın bu psikolojik
halinin toplumsal değişimlerden ayrı
düşünülemeyeceği açıktır.
Hiçbir şeye anlam yüklemeyen,
karamsar, yalnız ve toplum dışı bire-
yin duyumsadığı manevi boşluk hali
ise, ‘nihilizm’ kavramının anlamsal
içeriği ile paralellik taşımaktadır. Bi-
reysel yabancılaşmanın en uç biçimi
olan ve Nietzsche’nin, “Nihilizm ne
anlama gelir? En yüksek değerlerin,
kendi öz değerlerini düşürmesi.
Hedef eksik; ‘neden?’ sorusuna
cevap bulunamıyor” şeklinde
tanımladığı nihilizm, toplumsal
dönüşümlerin değerleri yeniden
biçimlendirdiği dönemlerde
bireyin psikolojik durumunu
ortaya koymak için elverişli bir
kavramdır. Nietzsche’nin ‘en
yüksek değerler’ sözü ile kastet-
tiği, bireyin kendisiyle ve hayatla
ilgili tanımlamalar yaparken
başvurduğu anlam örüntüle-
ridir. Bu örüntülerin toplumsal
alandaki dönüşümlerle değişik-
liğe uğraması, bireyin psikolojik
durumunu da doğrudan etkiler.
Nuri Bilge Ceylan özelinde, sine-
ma yapmadan önce üniversite
öğrenciliği dönemini yaşadığı
80’li yıllara denk gelen bu değer
krizi, yoğun olarak bağlandığı
Batılı değerlerin kendi nezdinde
değerden düşmesiyle kendini
belli etmiştir. Bu krizi, “Bir yandan
içimde oluşan anlamsızlık duy-
gusu giderek büyümeye baş-
lamıştı. Batı’nın değerleri yavaş
yavaş ruhuma uymayan değerler
olarak görünmeye başladı,”
biçiminde dile getiren Ceylan,
yaşamına anlam verecek yeni
değerler bulmak için Batı’nın tam
tersi yönüne, Himalayalar’a bir
seyahat gerçekleştirmiştir. Ancak
burada da ‘aradığı anlamı bir tür-
lü bulamadığını’ dile getirmiştir.
Büyük oranda söz konusu
anlam arayışının bir tezahürü
olarak sinema ile ilgilenmeye
başlayan Nuri Bilge Ceylan, Meh-
met Eryılmaz’ın sözleriyle, “Her
şeyin anlamını yitirdiği, içindeki
boşluğun büyüdükçe büyüdüğü
bir zamanda, ‘kendini fırlatır gibi’
başlamış film çekmeye.” İlk kısa
filmi “Koza”yı 1995’te, ilk uzun
metrajı “Kasaba”yı ise 1997’de
çeken Ceylan, zamansal olarak
kendisine benzer şartlarda ilk
filmlerini çekmeye girişen Zeki
Demirkubuz, Derviş Zaim, Semih
Kaplanoğlu ve Serdar Akar
gibi isimlerin oluşturduğu bir
yönetmen grubuna dâhil kabul
edilmektedir. Bu kabule göre,
1980’ler Türkiye’sindeki dönü-
şümlerden benzer şekilde etkile-
nerek sinema yapmaya soyunan
ve 1990’ların ortalarından itiba-
ren film üreten bu yönetmenler,
Türk Sineması’nda ‘auteur’ özel-
likleri gösteren yeni bir sinemacı
kuşağını oluştururlar. Fellini’nin,
‘Dilbalığı filetosu üzerine bir film
yapsam bile, bu benimle ilgili bir
film olacaktır,’ deyişinde kristal-
leşen ‘auteur’ kuram, sinemada
yaratıcı yönetmen kavramını ön
plana çıkarır. Bu bağlamda, 80
ve 90’larda Türkiye’de yaşanan
değer dönüşümlerinden kişisel
olarak nasibini alan ve belli
oranda içsel bir yabancılaşma
yaşayan bu yönetmenler, bu içe
kapanma sürecini filmlerindeki
nihilist denebilecek bazı karakter
temsillerine yansıtmışlardır.
“Koza”, “Kasaba” ve “Mayıs
Sıkıntısı” (1999) filmlerinde belirli
bir pastoral gerçekçiliğin izini sü-
ren Nuri Bilge Ceylan sinemasın-
da, özellikle “Uzak” (2002) filmiyle
başlayan ve sonrasında hemen
her filmde tutarlılık gösterecek
biçimde devam eden nihilist
nitelikteki karakterlere rastlan-
maktadır. Mehmet Eryılmaz’ın
ifadesiyle, “Bilge’nin filmlerin-
de nihilistik eğilimleri olan bir
karakter genellikle yer bulur. Bu
hem çevresinde gözlemlediği,
hem de kendi içinde yakaladığı
bir duygunun tezahürü olarak
ortaya çıkar. Evrensel değer sis-
teminin çöküşüyle birlikte dünya
artık, anlam ve amaçtan yoksun
hale gelmiştir. İşte bu nokta-
da Bilge’nin de çok sevdiğini
bildiğim Alman düşünür Nietzs-
che nihilizmi ‘patalojik bir geçiş
evresi olarak görmüştür. İnsan-
lığın deneyimlemesi ve başına
gelmesi gereken bir şeydir. Yani
nihilizm, sancılı insanın mecburi
yol arkadaşıdır. Hakikat arayışının
zorunlu uğrak yeridir.”
Bununla birlikte, Nuri Bilge
Ceylan filmlerinde karakterler
nihilizmi bir geçiş aşaması olarak
kullanmaktan ziyade, içine düş-
tükleri ruhsal boşluğun yarattığı
krizde hapsolmuş görünürler.
Örneğin, Nuri Bilge Ceylan ‘en
otobiyografik filmim’ dediği
“Uzak”taki Mahmut karakteri
ile ilgili olarak, “Büyük kentler-
de yaşayan ve özellikle benim
Nuri Bilge Ceylan Filmlerinde
Nihilist Karakterlerin Son Durağı:
Kış Uykusu
MAKALE
e
Ulaş IŞIKLAR
1...,30-31,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,46-47,48-49 52-53,54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67,68-69,70-71,...84
Powered by FlippingBook