Egeden 20. Sayı - page 38-39

36
37
GÜZ 2014
1988 tarihli Düttürü Dünya, yönet-
men Zeki Ökten’in önemli filmlerinden
birisidir. Başrolünde Kemal Sunal’ın
oynadığı film, ‘80’li yılların Türkiye’sine
dair bir kesit sunmakta, özellikle büyük
şehirde yaşayan“orta-direk”mensup-
larının hayatlarını göz önüne sermeye
çalışmaktadır.
Dütdüt Mehmet (Kemal Sunal),
Ankara’da geceleri pavyonda klarnet
çalarak hayatını kazanmaktadır. Akşam-
ları işe gitmekte, sabahları ise karısı
ve üç çocuğuyla güçlükle yaşadığı
gecekondusunda yaşamaktadır. Bu ev,
sahibi olan kayınbiraderi tarafından
müteahhide verilmiştir ve evin bir
an önce boşaltılması istenmektedir.
Mehmet sonunda, karısı ve kayınbira-
derinin baskılarına dayanamayarak ek
işler yapmaya başlar. Oysa Mehmet’in
elinde yeteneğinden başka şeyi yoktur;
o da pek para etmemektedir. Girdiği
hiçbir işte tutunamaz. Gerçek ve tek
umudu olan besteleri de işine yara-
maz, sonunda evini ve ailesini birarada
tutmayı başaramaz. Evi yıkılır, ailesi,
komşulara dağılır. Dütdüt Mehmet,
tam bir kaybedendir. Mehmet, karısı
ve büyütmeye çalıştığı, biri engelli üç
çocuğu ile bitmek bilmeyen dertleriyle
yaşama tutunamayan pek çok orta-
direk mensubundan birine örnektir.
Mehmet’in diğerlerinden tek farkı ise
sanatçı olmasıdır. Mehmet, sanatçıdır
sanatçı olmasına, ancak, bu sanatçılık
ona layık olduğu saygınlık ve kazanç-
tan çok, utanç getirmektedir. Fakat
Mehmet klarnetinin gururunu içten
içe taşır. Yine de çoğu zaman; kültürlü
denilebilecek bir adam olan Mehmet,
kendisinden daha eğitimsiz insanların
karşısında iki büklüm kalır. Onların
ellerine bakar. Bu kişilerin başında da
karısının ağabeyi gelir. O da “boş insan”
değildir aslına bakılırsa, devlet dairesin-
de çalışan, koskoca bir “odacı”dır; yani
diğer bir deyişle çaycı. Ama onun ve
Mehmet’in kabullendiği bir şey vardır:
Çaycılık, klarnet sanatçılığından çok
daha değerlidir. Sanatçılık, yani üretim,
tüketim ve “yokedim”le baş edemez.
Dütdüt’ün çalıştığı pavyon, tam
anlamıyla ‘80’ler Türkiye’sinin bir
yansımasıdır. Elinde avucunda üç
kuruş parası olan pavyon müdavim-
leri, paralarını sadece “anı kurtarmak”
amacıyla yiyip bitirirler. Amaç, geçici
mutluluk sağlamaktır. Geleceğe dönük
ümitler de giderek büyür ama aynı
oranda da imkânsızlaşır. Dütdüt’ün iş
arkadaşları da kendisi gibi “yırtmaya
çalışan” tiplerdir. Kimisi kapağı daha
düzgün bir yere atmaya çalışır, kimisi
Spor Toto’dan vazgeçemez. Dütdüt’ün
ise ümitleri her önüne gelene dinlettiği
bestelerindedir. “O besteler bir meşhur
olsa köşeyi dönecektir”; ama o imkân
bir türlü gelmez.
Pavyonun tılsımı büyüktür. Şarkıcı
hastalandığında bile program bitmez.
Patron gelir, herkesi azarlar (ki buna
hakkı vardır, zira o işverendir), “Pehlivan
çıksın sahneye!”der, pehlivan çıkar.
Oysa pehlivanın güreştiği rakibi bir
insan değil, bir iskemledir. Pehlivan,
baştan sona her türlü güreş numarasıy-
la zorlu rakibini kıyasıya bir mücadele
sonucunda alt eder; sırtından akan
terleri hak etmiştir. İskemle ile güreş,
aslında dönemi yansıtan çok başarılı
bir semboldür; insanlar çözümlerini
bilmedikleri dertlerle, üstelik de kendi
kendilerine uğraşıp durmaktadırlar.
Güçlüler kazanmaya, izleyenler eğlen-
meye devam eder.
Dütdüt Mehmet’in çalışmak
zorunda kaldığı işler ise, karakteri ve
“sanatçı kişiliği”yle hiç bağdaşmamak-
tadır. Kayınbiraderi ona önce çakmak
gazı dolduruculuğu, sonra da inşaat
ameleliği ayarlar. Yani bu işlerin birisi
işportacılık, diğeri ise köyden kente
göç müessesesinin başucu mesleği
olan beden işçiliğidir. İkisi de, kentli,
özellikle de sanatla uğraşan biri için
son derece uygunsuz mesleklerdir;
ancak geçim derdi Mehmet’in“dütdüt”
diye üflemesiyle aşılacak şey değildir!
Mehmet çakmakçılığı yapamaz; inşaatı
da vücudu kaldırmaz. Lisede okuyan
idealist kızı, Mehmet’in yakınmalarına
itiraz eder ve babasına “emekçi”olduğu
için kendisiyle gurur duymasını söyler.
Ancak Dütdüt’ün cevabı nettir: “Ben
sanatçı doğmuşum, bu yaştan sonra
emekçi olamam”.
Oysa ya emekçi olmak zorundadır
Mehmet, ya da emekli. Sonunda daya-
namaz, yeni ev tutacak parayı denkleş-
tiremez, ailesiyle sokakta kalır. Bütün
üyeler yavaşça komşulara dağılırken
Dütdüt klarnetini çıkarır, iş makinele-
rine eşlik edercesine çalmaya başlar.
Bu, artık öyle bir çalmadır ki pavyonda
da sürer, sabahın ilk ışıklarıyla aydınla-
nan Ankara sokaklarında da. Mehmet,
Fareli Köyün Kavalcısı gibi çala çala
ilerler, arkasında ise şehirdeki fareler
yerine yalnızca tek müridi vardır: Oğlu.
İkisi birlikte değişmeyecek düzene
ve ağlanacak hallerine karşın, inatla
ve neşeli notalarla ilerleyerek gözden
kaybolurlar.
‘80’li yıllardaki Türk sineması,
özellikle bu dönemin ikinci yarısından
itibaren toplumcu bir yapıya kavuşma-
ya başlar ve toplumdaki birçok değişik
sınıfa, yapılan filmlerle ayna tutar. Bu
dönemde Yavuz Turgul, Atıf Yılmaz,
Nesli Çölgeçen ve Zeki Ökten gibi
isimler ön plana çıkar. Bu yönetmen-
lerin ortak özelliği, kahramanlarının
“kaybedenler”grubuna dâhil olmasıdır.
Yavuz Turgul’un Şener Şen ile olan iş
birliği,“Muhsin Bey”(1987),“Aşk Filmle-
rinin Unutulmaz Yönetmeni”(1990) ve
“Gölge Oyunu”(1992) gibi önemli film-
lerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Şener Şen bu filmlerde çoğunlukla;
hayata bir şekilde
tutunmaya çalı-
şan, ama özellikle
‘80’li yılların son
derece kapital ve
liberal, bir o kadar
da“insanı ve
insani değerleri”
sa fdışı bırakan
sistemine göğüs
geremeyip“öteki-
leşen”, gerçek şehir insanını canlandırır.
Düttürü Dünya’daki Kemal Sunal da, bir
bakıma, Zeki Ökten’in“Şener Şen”idir;
Kemal Sunal’la daha önce Kapıcılar Kralı
(1976), Çöpçüler Kralı (1977), Davacı
(1986), Yoksul (1987) gibi filmlerde çalış-
mıştır. Bu filmler de yine Düttürü Dünya
gibi toplumsal içerikli yapımlardır.
‘80’li yılların ekonomik ve bireysel
acımasızlığı, birçok insanın yaşamını
olumsuz etkilemiştir. Zeki Ökten bu du-
rumu gözlemlemekte ne denli başarılı
olduğunu bir başka önemli filmi, Faize
Hücum’da (1982) da ortaya koyar. Gen-
co Erkal’ın başrolünü üstlendiği filmde,
80’lerin yine önemli bir sorunu olan
“banker” konusu irdelenir. Bu filmde
de son sahne, Düttürü Dünya’daki gibi
son derece semboliktir; koltuk değ-
nekli engelli insanlar boşluğa doğru
birbirleriyle yarışırlar. Ellerinde olmayan
şeylerle, olduramayacakları dualara
âmin demektedirler.
‘80’lerin özeti, 1980 Darbesi’yle
ifade edilebilir. Apolitizasyon süreci;
“dışa açılma”adı altında batı dünyasının
pazarı haline gelme; arabesk kültürün
iyice yayılması; hemen her türdeki
melezleşme ve magazinleşme, on yılın
başındaki bu olaya dayandırılabilir.
Neyse ki hakiki sinemacılar ölmemiştir;
film yapmaya devam ederek, hem
bulundukları çağın daha iyi anlaşılma-
sını sağlamış, hem de 1990 sonrası Türk
sinemasının müstakbel yönetmenleri-
nin yetişmesine vesile olmuşlardır. ‘80
kuşağının sinemasal etkileri, günümüz-
de hâlâ önemli bir yer işgal etmektedir.
80’li Yılların boy aynası:
Düttürü Dünya
GÜNDEM EGE
e
Ümit MUTLU
Ege Üniversitesi
Radyo Televizyon Sinema Bölümü
Yüksek Lisans Öğrencisi
1...,18-19,20-21,22-23,24-25,26-27,28-29,30-31,32-33,34-35,36-37 40-41,42-43,44-45,46-47,48-49,50-51,52-53,54-55,56-57,58-59,...84
Powered by FlippingBook