Egeden 20. Sayı - page 48-49

46
47
GÜZ 2014
si için Türkiye’ye kaçmasına sebep olur.
Sibel, Türkiye’de de hayata tutunamaz
ve neredeyse ölmek üzereyken bir tak-
sici tarafından kurtarılır. Cahit hapisten
çıktığında Türkiye’ye gelir, Sibel evlen-
miştir ve bir kızı vardır. Cahit, Sibel’in,
onunla kendi memleketine, Mersin’e
gelmesini ister. Sibel, İstanbul’da aile-
siyle kalmaya karar verir.
Filmin öyküsü, Sibel ve Cahit karak-
terlerinin aşkı ekseninde döner. Fatih
Akın’ın “Punk Opera”olarak tanımladığı
filmin, olayların ve yarattığı duyguların
başlangıç ve bitişlerine denk düşen bö-
lümleri, Haliç kıyısında Nejat Ulusay’ın
deyimiyle; “tragedyadaki koronun
işlevini gören”bir fasıl grubunun
müzikleri ile birbirlerinden ayrılmıştır.
Müzik seçimindeki çeşitlilik, etnik ve
kültürel çeşitliliği simgelemesinin yanı
sıra, karakterlerin ruhsal durumunu
yansıtan bir araç olarak kullanılmıştır.
Öyle ki müziklerin çoğu Fatih Akın
tarafından, karakterler üzerinden
saptanmıştır. Örneğin; Sibel dolma
yaparken görüldüğünde çalan Sezen
Aksu şarkısı, tam da hareketteki Türk
motifleriyle, duygularla örtüşür. Bu
anlamda, seslerin ve müziğin filmde
kültürlerarası entegrasyonu temsil
ettiği söylenebilir.
Sibel’in ailesi filmin başında tanı-
tılır; bu geleneksel bir Müslüman-Türk
ailesidir. Babası, ağabeyi ve annesi onu
ziyarete geldiklerinde, Sibel’in üzerin-
de günlük hayatında giymek istedi-
ğinden daha kapalı giysiler vardır, saçı
toplanmıştır ve başı eğik konumda,
sessizlik içindedir. Babası Sibel’e, ona
verilmiş olan yaşam gibi bir armağanı
reddetmesi –ki İslam dininde intihar
günahtır- nedeniyle kızar. Ağabeyi
Sibel ile Almanca konuşur, ikisi de
ikinci kuşaktır ve dil aracılığıyla ağa-
beyin Sibel’e babasından bir kademe
daha yakın olduğu anlaşılır. Annesiyle
baş başa kaldığında ise, ona en yakın
kişinin annesi olduğu görülür. Çünkü
Sibel, annesinin yanında hemen ayak
ayak üstüne atar, tokasını çıkarır ve bir
sigara yakar. Bambaşka iki farklı kişiyi
tek bünyede toplamış gibidir; ilki kök-
lerine, geleneklerine ve aile değerleri-
ne bağlı Türk kızı Sibel, diğeriyse özgür,
birey olarak yalnızca kendi istekleriyle
hareket eden Avrupalı Sibel’dir.
Cahit karakteri, yaşama dönüşünü
Sibel’e yardım etme duygusuyla tatmin
eder. Aslında bu, klinikte doktorun
önerdiği iyileşme metodunun ta ken-
disidir. Bu yöntem, bireye dönük, Batılı
olandır. Sibel ise dini telkinlerle, yani
doğuya dair bir yöntemle karşılaş-
mıştır. İki karakter de farklı biçimlerde
kendilerine zarar vermektedir; Cahit
alkoliktir ve Sibel bedenini kesmekte-
dir. Kimlik ve karakter çatışmasının yol
açtığı kıstırılmışlık duygusu, Sibel ka-
rakterinde daha çok gözlemlense de,
Cahit’in, ilk sekansta arkadaşına Türkçe
olarak “Ben hayvan değilim!”demesiyle
başlayan, Sibel’e “Nerelisin?”diye sor-
ması ile devam eden ve en nihayetinde
karısını kıskandığı için cinayet işleyen
“Türk koca”ya dönüşmesi, onun da
bilinçaltında kıstırılmışlığı yaşadığını
göstermektedir. Sibel de Cahit de bir
alt kültüre aittirler ancak bu alt kültür
aslında ulusaşırı nitelikteki kimlik-
lerden oluşan ikinci kuşak gençlerin
kültürüdür. Aslında bu, istemeden de
olsa, birinci kuşağın kültürel değerle-
rine saygı duyan, bunları benimsemiş
fakat aynı zamanda, şiddetle gelenek-
sele ait olan her şeyi reddetmek ve
farklı bir hayat yaşamak isteyen, fakat
bunun nasıl olacağına dair çerçeveyi
belirleyemeyecek kadar güçsüz kalmış
bireylerden oluşan bir topluluktur.
Birinci kuşak ailelerin, Türkiye’de
yaşıyormuş gibi –çünkü bilinçaltında
buraya geçici olarak yerleşmiş olduk-
larına dair bir his taşırlar- gündelik
hayatlarında Türk gazetesi okumaları,
Türk televizyon kanallarını izlemeleri,
Sibel’in geleneklere uygun bir biçimde
bir Türk’le evlenmesine onay verme-
leri, yukarıda belirtilen kişilik çatış-
masının nedenlerindendir. Dışarısı ve
içerisi; ev ve kamusal alan birbirinden
farklı kurallara sahiptir. Aile içi ilişkiler
mesafelidir ve bireyler arasında iletişim
kopukluğu vardır. Baba karakteri,
otorite figürü olarak kuralları koyan,
muhafazakâr Türk aile yapısını yansıtır.
Bu aile yapısı içinde ‘onur’ kavramı
erkek çocuğun cesareti, kız çocuğun
ise sessizliği ve ‘namusu’ üzerinden
değerlendirilir.
Cahit, Sibel’i ailesinden istemeye
gittiğinde, Sibel’in ağabeyine Türkçe-
sini çöpe attığını söyleyerek, Türk kim-
liğini reddettiğini ortaya koyar. Ölmüş
karısı ve yeni sevgilisi, Türk değildir.
Ancak sonlara doğru Sibel’i memleketi
olan Mersin’e götürmek istemesi, bu
reddedişin altında, köklerine sığınma
ihtiyacı olduğunu, aslında bir şekilde
birinci kuşağın kültürel belleğinde
yer etmiş ‘yuvaya dönüş’ olgusunun
yattığını gösterir. Sibel’in gelenekselin
dışına çıkmaya çalışarak evlenme-
si, ardından bir Avrupa ülkesi olan
Almanya’daki ailesinden, ölmemek
adına, aslında birinci kuşağın ‘ora’nın
değerlerini yurt dışındaki evlerinde,
bir cam fanusta korurcasına sabitleş-
tirmeye çalıştığı anavatan Türkiye’ye
kaçması oldukça ironiktir. Bu, kimliğini
diğer kimliklerin niteliklerinden farklı
olması yoluyla ayırt etme dürtüsünden
kaynaklanır. Şöyle ki; dini değerler
Türkiye’de kanıksanmış ve olağan iken,
Almanya’da Türkler için kültürel kimlik
inşasında en önemli faktördür. Her
şeyden önce dinler farklıdır ve göçen
topluluğun en belirgin farklılık üzerine
kimliğini inşa etmesi kaçınılmazdır.
İkinci kuşağın yaşadığı kişilik-kimlik
çatışması karakterlerin ve dolayısıyla
Duvara Karşı filminde olay örgüsünün
ta kendisini oluşturur. Karakterler, kay-
bolmuşluk, mutsuzluk, amaçsızlık duy-
gusu içindedirler. Burada birebir kuşak
çatışmasından ya
da iki farklı ülkenin
etnik, kültürel
kimlikleri arasında
sıkıştırılmışlıktan
kaynaklanan aidi-
yetsizlik duygusu
işaret edilmekle
birlikte, Nelson’ın
da belirttiği gibi,
Akın’ın karakterleri,
kültürel normların
bulanıklaştığı, ülke
sınırları arasındaki
geçişlerin yeni ve
kesin bir hibritlik ve
mobilite yarattığı
ulusüstü kimlikler-
dir. Bu doğrultuda,
“Akın, belirgin
kökenlerimizi ta-
mamen bir kenara
bırakmamızı değil,
onların ötesindeki
imkânların ayırdına
varmamızı ister ve burada, ulusaşırı bir
kimliğe ait olmanın, gerçek bir olasılık
olduğuna işaret eder” (Nelson, 2010).
Sibel’in bir geceliğine birlikte oldu-
ğu Alman asıllı erkekten uzaklaşmaya
çalışırken “Ben evli bir Türk kadınıyım,
benden uzak dur yoksa kocam seni
öldürür!”demesi, kimlikler arası gel-
gitlere iyi bir örnektir. Cahit, cinayet
işledikten sonra İstanbul’a Selma’nın
yanına giden Sibel, buradaki yorucu ve
monoton iş temposundan bunalır ve
aile baskısının yerini, ekonomik özgür-
lüğe sahip, hırslı, sisteme ayak uyduran
Selma’nın aldığını fark eder. İzleyici
tarafından, Sibel’in çaresizce güç
toplayıp, ayakta kalmaya çalıştığı,
televizyonda halter şampiyonasını
izlerken “Hadi Sibel!”demesiyle
anlaşılır.
Sibel kapitalist düzenin gün-
delik yaşam biçimini, işkolikliğiyle
karakterize edilen Selma üzerinde
somutlaştırır ve ondan nefret eder,
evi terk ettikten sonraysa yeniden
ölümle yüzleşir. Film, Cahit ve Sibel’in
yeniden doğuşlarını, farklı mekânlara
gidiş gelişleriyle paralel olarak sunar.
Filmin sonunda da, bu yeniden doğuş-
ların en başına, ‘sılaya’ dönüş eklenir.
Sılaya dönüş, hem sorunun kendisini,
hem de ikinci kuşağın sorunlarının
bitişini gördüğü yeri temsil etmektedir.
1...,28-29,30-31,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,46-47 50-51,52-53,54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67,68-69,...84
Powered by FlippingBook