Egeden 22. Sayı - page 10

8
Bu salonda bulunan insanlar
arasında muhtemelen Nuri’yi en eski
tarihten beri tanıyan benim, 1966’dan
beri, Françoise’dan(eşi) da önce. Ben
1966’da asistan olmuştum. Nuri ile
Nail Şahin - ki o da daha sonra psiko-
loji alanında çok değerli bir bilim ada-
mı oldu-, fakülteye, felsefe bölümüne
geldiler. Fakat rüzgar gibi geldiler.
İkisinin de birtakım üstün özellikleri
vardı; çok kısa bir sürede sivrildiler;
koridorlarda adları birer efsane gibi
esmeye başladı. Kıskandığımı itiraf
ederim. Nuri, açıkçası benim sahip
olmadığım her şeye sahipti; boyu
uzun, saçı gür, yakışıklı ve çok akıllı,
hatta bazen gereğinden akıllı. Ama
bana pek yüz vermedi. Ben asistan-
dım, buna rağmen bana yüz vermedi.
O süreci uzaktan yaşadık, o burnu
havalarda ben biraz imrenerek, biraz
kıskanarak. 4 sene sonra Nuri, Avrupa
sınavlarını kazandı ve Fransa’ya gitti.
Nail de daha sonra Amerika’ya... Nail
geri geldiğinde onunla iyi arkadaş
olduk, o biraz saftı. Nuri tabii bam-
başka bir adamdı, başka bir kumaştan
yapılmıştı. Aradan epey zaman geçti,
buraya, yani İzmir’e döndükten sonra
1977-78 öğretim yılıydı galiba, Nuri
bizi buraya davet etti. Burada, yani
İzmir’de fakülte açılmış,Nuri ona
girmişti. Yurdal’la
(Topsever) ben
o sırada Ankara
Üniversitesi Dil,
Tarih, Coğrafya
Fakültesindey-
dik. Ben doçent
olmuştum, Yurdal
da yardımcı
doçent. Nuri’nin
burada fakülteyi
(o sıralarda adı
Sosyal Bilimler
Fakültesi) dev-
ralacak insanlara
ihtiyacı var. Yani
devrim yapmayı
düşünüyor. Ama
tabii Nuri’nin dev-
rimi Nuri gibi olur.
Devrim yapacak
diye elinde silahla
ortaya çıkacak
hali yok. Kendi-
sine tebaa lazım,
biz de tebaa
olarak geldik bu-
raya. Destekledik
kendisini, birlikte
bu kez yeniden ve
farklı şekilde daha
sonra adı deği-
şecek, Ege Üniversitesinin Edebiyat
Fakültesi olacak fakülteyi kurduk, iyi
ki de kurmuşuz. İyi kurduk yani, bunu
da açıkça söyleyeyim. Yalnız Nuri ile
biz değil tabii, yanımıza o sıralarda
bir sürü insan geldi. İsimlerini tek
tek söylemeyeceğim, zaten şu anda
aramızda bir çoğunu görüyorum,
kimi Erzurum’dan, kimi İstanbul’dan,
Ankara’dan, kimi yurt dışından bir
sürü insan geldi ve bu fakülteyi
yeniden kurduk. Hatta belki İzmir için
gereğinden fazla iyi kurduk. O sırada
İzmir’de en güzel meydanlara futbol-
cu adı verilirdi, yani kültürden epey
uzaktı İzmir. Şimdi ise gereğinden
fazla kültür ile ilgilenmeye başladı, bi-
raz da başka şeylerle ilgilense iyi olur.
Dediğim gibi buraya gelince
hepimiz Nuri’nin tebaası olduk. Ben
de tebaasıydım ama değilmişim gibi
davranmaya, direnmeye çalışıyordum.
İtiraf edeyim ki , tiplerimiz farklı idi.
Nuri ile ikimiz ayrı dünyalardandık.
Birbirimizi severdik ama ayrı dünya-
lardandık. Nuri insanları severdi, ben
sevmezdim. Nuri insanlara güvenirdi
ben güvenmezdim. Nuri herkesin bir
işe yaradığını düşünürdü, ben düşün-
mezdim. Benim için insanların adlarını
koymak lazımdı. Benim için insanların
bazısı iyiydi, bazısı kötüydü; bazısı
aptaldı, bazısı zekiydi. Bu tutumumu
da hemen hemen hiç değiştirmedim.
Ama bunun nedeni tabii Nuri’nin
sosyal olması, hem sosyal hem de
psikolog olması (bu iki vasfın bir araya
gelmesi korkunç bir şeydir). Onun
sosyallik iddiası var; Yurdal’ın da biraz
önce söylediği gibi insanları bir araya
toplamak istiyor, yönetmek istiyor,
organizatör, moderatör, distribütör
olarak . “İlk ikisini anladık da bu distri-
bütörlik nereden çıktı?” diyeceksiniz.
Çünkü Nuri aynı zamanda nimetleri
ve cezaları da paylaştıran adamdı. Tabii
genellikle ben cezaları alırdım, nimet
kısmını ise başkaları. Ama doğrusu
Prof. Dr. Ahmet Arslan:
“Nuri, başka bir kumaştandı”
1,2,3,4,5,6,7,8,9 11,12,13,14,15,16,17,18,19,20,...80
Powered by FlippingBook