Egeden 22. Sayı - page 13

11
BAHAR 2015
bilincinde iz bırakan şeyleri saklama
ve hatırlama yeteneğidir” diyordu. Bu
bağlamda kişisel, bireysel kimliği yanı
sıra ortak veya kolektif bellekten söz
edilebilir.
Nuri, Sandıklı kasabasındandı.
Burası onun memleketiydi. Buraya
bağlı kaldı. En son olarak annesinin
ölümü üzerine buraya gitti. Sandıklı
üzerine geniş katılımlı bir sempozyum
düzenledi (2011). Bu sempozyuma
fakültemizden de geniş katılım oldu.
Sunulan bildiriler içinde Sayın Prof. Dr.
Ahmet Arslan’ın sunduğu “Yunus Emre
ve Tasavvuf” başlıklı bildirinin önemine
işaret etmek isterim. Neydi bu sem-
pozyumun anlamı?
“Sandıklı Anadolu’nun değişime
açık, yüzü ileri dönük muhafazakâr
şehirlerden biri olarak nitelenebi-
lir. Geleneksel değerlerine bağlılık
anlamında muhafazakârdır; gelenek-
sel zanaatlara, tarım ve hayvancılığa
dayalı kendine özgü yaşam tarzını
uzun yıllar boyunca korumuştur.” İşte
bu geleneksel bağlar içinde yaşayan
bu kasabada yapılan sempozyumun
anlamı şu idi: “Belirli bir kente odaklı
sempozyumlar, tüm diğer yerel bilim-
sel toplantılar gibi kentin geçmişine
uzanan, tarihsel ve aktüel hüviyetini
çerçeveleyen kültür ve coğrafyasını
tanımlayan, inanç ve değer sistemleri-
ni yansıtan, insan ilişkilerini ve sosyal
yapılarını betimleyen bir resim sunar.
Bu resim kentte yaşayanların kolektif
bir kimlik inşa etmeleri bakımından
kritik önemdedir”.
Evet, Nuri Sandıklı kasabasındandı.
Fakat aynı zamanda o bir İzmirli idi.
İzmir’le bütünleşmişti. “İzmirli Olmak”
sempozyumunun (2009) açılış konuş-
masında şöyle diyordu: “İzmir’e 35 yıl
kadar önce bilerek olmasa da isteyerek
geldim. Geliş o geliş. Orada yerleştim.
Ben İzmir’i sahiplendim, İzmir beni;
ben İzmir’i evcilleştirdim. Benim için
anlamlı pek çok insanı ve pek çok şeyi
orada tanıdım. Nev’i şahsına münhasır
yanlarını yıllar içinde kavradığım Ege
Üniversitesinde kurdum akademik
dünyamı.”
Gerçekten Nuri, burada insanı ya-
şama bağlayan pek çok şey bulmuştu:
“İzmir’de deniz var, yaz güneşi ve sıcak,
körfez ve yarımada var. İzmir’in zeytin
ve zeytinyağı, balık ve kalamarı; kumru
ve boyozu, simit ve gevreği var. Zaman
geçtikçe, açık hava sinemalarında
çiğdem çitletip gazoz içmenin; fuar
çay bahçelerinde semaver çaylarının;
akşamüstleri önünde öbekler oluşan
bol kimyonlu kokorecin ve midye
dolmalarının keyfine vardım. Yaşamı-
mın önceki kısmında bigâne olduğum
bunca şeye burada alıştım. Ben İzmirli
oldum, İzmir de benim kentim”.
“İzmirli olmak” kimliği onun en
çok üzerinde durduğu konulardan
biriydi... “Bir sosyal psikolog” olarak
“İzmir”i nasıl hissettiği, nasıl algıladığı
önemliydi. Bu bağlamda aralarında
epistemolojik bir ortaklık (complicity)
olduğuna inandığı İlhan Tekeli’nin
İzmir’in farklılığı üzerine düşünmenin
yollarını sorgulayan konuşmasında
yeni bir perspektif buldu. Bu sorunu
geniş ölçüde kitaplarında, gazetelere
varıncaya kadar çeşitli yayın organ-
larında dile getirdi. İzmir’in bellek
kişilerini anketlerle belirledi. İzmir’in
denizle ilişkisini kurdu... “İzmirlilerin
denizle birlikteliği sadece kıta kent-
lerinin değil, dünyadaki pek çok sahil
kentinin olmadığı bir zenginlik haline
getirmektedir” diyordu.
Nuri, yıllardır Türkiye’nin başını
ağrıtan uluslararası ilişkilerde ülke-
yi zor durumlarda bırakan Ermeni
Soykırım iddialarına da yanıt verdi.
Bunun bir tarih yazma, tarihi inşa etme
süreci gibi göründüğü üzerinde durdu.
En son üzerinde çalıştığı konu, Pınar
Uğurlar’la birlikte, hepimizi ürperten
ölüm teması idi. Ölümün evcilleştiri-
lebileceğine inanıyor, mükemmel bir
jestin insanı ölümden koruyabileceğini
söylüyordu.
Çok yakın bir arkadaşımızı, bir
dostumuzu, bir büyük bilim adamı-
nı kaybetmenin acısı ve üzüntüsü
içindeyiz.
1...,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12 14,15,16,17,18,19,20,21,22,23,...80
Powered by FlippingBook