Egeden 22. Sayı - page 12

10
Daha dün denecek kısa bir süre
önce birlikte olduğumuz Nuri Bilgin’in
arkasından bir yazı yazmayı düşüne-
mezdim. Bu benim için ne kadar acı bir
olay. Ölüm, bana hep Shakespeare’ın
Hamlet’teki ünlü dizelerini çağrış-
tırır, “Ölmek uyumak: Belki de rüya
görmek…Ne çare ki ölüm – sınırla-
rını aşan yolculardan hiçbirinin geri
gelmediği o bilinmez ülkeye”ye Nuri
Bilgin’i de uğurladık. Onun da geri gel-
meyeceğini biliyoruz. Acılarımız henüz
çok taze. Dinecek gibi değil! Belki bu
satırlar bir teselli olur benim için.
1979’un son aylarında Ankara Gazi
Eğitim Enstitüsünden, o zamanki adı
Sosyal Bilgiler Fakültesi olan Edebi-
yat Fakültesine gelmiştim. Fakülte
kuruluş aşamasındaydı. Bölümler yeni
oluşuyordu. Fakülte, yurdun çeşitli
üniversitelerinden ve özellikle yurt
dışından doktorasını tamamlamış öğ-
retim elemanlarıyla dolu idi. Bu haliyle
fakültemiz iyi bir gelecek vaat ediyor-
du. Psikoloji Bölümünde uzun boylu,
genç dinamik, yakışıklı, doktorasını
Fransa’ da yapmış Nuri Bilgin dikkatimi
çekmişti.
Nuri ile bir raslantı sonucu bir
komisyonda ilk kez bir araya gelmiştik.
12 Eylül sonrasıydı ve baskıları henüz
atamamıştık. Öğrenciler, yönetimin
astığı baştan başa emir ve nasihat dolu
afişleri yırtıp atmışlardı. Bu işin soruş-
turması da bizim komisyona havale
edilmişti. Toplantılar, ifade almalar,
soruşturmalar günlerce sürdü. Nuri,
cezadan yana değildi. “Biz, diyordu, bu
öğrencilere iyiyi, güzeli, doğruyu öğre-
tiyoruz. Gereksiz yere ceza verip de bu
gençlerin geleceğini karartmayalım”.
Sonunda disiplin yönetmeliğinde
“idarenin astığı duyuru, afiş vb. tahrip”
edenlerle ilgili bir madde bulundu,
öğrenciler hafif bir ceza ile kurtuldular.
Günün birinde rektörümüz Prof.Dr.
Refet Saygılı bizleri çağırdı. Fakültemi-
zin yeni dekanını belirlemek için eğilim
yoklaması yapıyordu. Bizlerin görüşü-
nü sordu. Nuri üzerinde anlaşmıştık.
Ben dedim ki “Nuri, gerektiği zaman
öğrencinin karşısına çıkar konuşur”.
Sayın rektör de aynı görüşteydi. “Ben
de onu önereceğim,” dedi. Öneri
yukarıda kabul edildi. Nuri, iki dönem
fakültemiz dekanı olarak görev yaptı
(1994- 2000). Ona “amir” diyorduk. Fa-
kültemizi hakkıyla temsil etti; ödünsüz,
tartışmasız.
Artık fakültemiz gerçek anlamda
bir bilim yuvası olma yolunda hızla
ilerliyordu. Bunda, “bilim”i kendisine
rehber edinen önceki dekanımız,
Nuri’nin yardımcılığını yaptığı Sayın
Gönül Öney’in de önemli bir rolü vardı
şüphesiz. Artık fakültede bilimsel top-
lantılar yapılıyor, seminer, sempozyum,
kongre, konferans ve açık oturumlar
birbirini izliyordu. Daha önceleri bir
sınav kâğıdı bastırmanın bile sorun
olduğu Edebiyat Fakültesi’nde yayın
yapılıyor, kitaplar ve dergiler birbirini
izliyordu.
Derken günün birinde acı haber-
ler duymaya başladık. Dekanımızın
uzun süreden beri var olan ve sürekli
gizlediği hastalığı açığa çıkmıştı. Has-
taneler, çok tehlikeli ameliyatlar bizleri
diken üstünde yaşattı. Ayağa kalka-
bildi. Ama artık çift koltuk değneğiyle
yürüyordu. Bu değnekleri, yaşamının
sonuna kadar taşıdı. Daha sonra türlü
sağlık sorunları yaşadı, bilmem kaç kez
bıçak altına yattı. Fakat hiçbir zaman
yaşamından şikâyetçi olmadı. Çalışma
temposunu düşürmedi, sürekli çalıştı,
üretti. Çalışmaları ona ödüller getirdi.
Değerli öğrenciler yetiştirdi. Hepimiz
onun çalışma hızına, üretkenliğine
hayrandık. Sağlığını hiçe sayarak
İstanbul’a, Ankara’ya gider, bilimsel
toplantılara katılır ve dönerdi.
Nuri de hepimiz gibi zor koşullarda
yetişmişti. Sandıklı’da doğmuş, Akşehir
Öğretmen Okulunun son sınıfında
Yüksek Öğretmen Okulu adaylığına
seçilmişti. Ankara Yüksek Öğretmen
Okulunu bitirdikten sonra sınav kaza-
narak yurt dışına gönderildi. Fransa’da
doktora yaptı. Çalışkanlığı onu dün-
yanın önde gelen sosyal psikologla-
rından biri haline getirdi. Bu, şüphesiz
Cumhuriyet’in bir verimi idi. Nuri
Cumhuriyet’i ve Cumhuriyet’in değer-
lerlerini bilinçli olarak savundu. Onun,
hava gibi, su gibi, ekmek gibi elzem
olduğunu söylüyordu. Çeşitli yerlerde
yaptığı konuşmalarında ve yazılarında
Cumhuriyet’in içini doldurdu.
Nuri, her şeyden önce sosyal
bilimlere şaşı bakmamamızı söylüyor-
du. “Hangi alanda olursa olsun, tüm
politikalara, reformlara ve yasalara
odaklaşmadan önce, kendisinde bir
şeyler talep edilen kişilerle, davranış ve
eylemlerin faili olan insanla ilgilenmek
zorundadır” diyordu. Ve ekliyordu: “...
hiç olmazsa başta sosyoloji ve psikoloji
olmak üzere temel sosyal bilimlere
yüzlerini çevirmesi ve bu bilimlerin
perspektifine ve kavramlarına endeksli
bir çaba göstermesinin zamanı gelme-
di mi?”...
Nuri Bilgin bir sosyal psikolog
olarak pek çok konuya el attı ve bizi ay-
dınlattı. Her şeyden önce insanımızın
niçin Arabesk’e yöneldiğinin bilimsel
bir açıklamasını yaptı. Eşya ile aramız-
daki ilişkileri yerli yerine oturttu. Kimlik
konusu üzerinde yıllarca çalıştı. Ortaya
devasa bir eser çıktı: Bu kavramı türlü
yönleriyle ele aldı ve işledi. Kimlik inşa-
sı bu kavramın bir parçasıydı. Bellek ve
kimliğin birbirinden ayrılmayacağını
söylüyordu. “Bellek kısaca, insanın
“İzmirli olmak” kimliğinin önemli
bir parçası oldu...
MAKALE
Prof. Dr. Zeki ARIKAN
1...,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11 13,14,15,16,17,18,19,20,21,22,...80
Powered by FlippingBook