Egeden 5. Sayı - page 16-17

14
YAZ 2010
15
Şu anda kullandığımız Türkçey-
le felsefe yapmak o kadar zor ki…
Şimdi biz “sonsuz” diyoruz. Eskiden
bir “ezeli” vardı bir de “ebedi”; yani bir
önce sonsuzluk var bir de sonra. Bu
kelimeyi öğrenirken sadece sesleri
öğrenmiyorsunuz kavramıyla öğreni-
yorsunuz. Kavramı olmadan kelimeyi
kullanamazsınız. Bundan 50 sene
önce yaşayan bir çocuk bile ezel ve
ebedi kavramlarını felsefi anlamla-
rıyla kullanabilecekken şimdi sadece
sonsuz var. Ama sonsuz yetmiyor. Bir
dilde hiçbir kelime bir başka kelime-
nin tam karşılığı değil aslında. Yaklaşık
olabilir ama tam değil.
Şiir çevirisine de bu anlam verileme-
yeceği için mi karşısınız?
Şiirde melodi de var. Anlamı ya-
kalasanız bile aynı melodi verilemez.
İkisini aynı anda yakalamak zor. En
iyi şiir çevirmenlerinden biri Orhan
Veli’dir. Kelimelere bağlı kalmadan,
üslubu bozmadan çevirir.
İnterneti kullanıyor musunuz?
Evet ama ona bağlı değilim. En
çok Redhouse’u kullanıyorum. Ama
eski Redhouselar daha iyidir. 1960-70
baskılarında Osmanlıca anlamlar da
yazar. Yeni sözlüklerde bulamadıkları-
mı orda buluyorum. Çünkü dil gittikçe
kısırlaşıyor, devamlı sadeleşiyor,
azalıyor sonunda ne hale geleceğiz
çok merak ediyorum. ‘Puslu Kıtalar
Atlası’nı okumuşsunuzdur, kızıma bir
ödev vermişlerdi onu okuması için.
Kızım delirdi köpürdü, ‘Ben bunu
anlayamam’ diye. ‘Anlayamam deme
oku’ dedim, ‘Ordaki bütün kelimeleri
bilmen önemli değil’. Sonra çok ho-
Baştan Elfçe’yi çevirirken Orhun
Yazıtları’ndan ve eski Türkçe’den ya-
rarlanmaya karar vermiş miydiniz?
Tabiî, Tolkien’in kendisi de zaten
asıl kitabın sonunda bu bulduğu Kır-
mızı Kitabı İngilizce’ye nasıl çevirdiği-
ni anlatıyor ya, onun dediği prensip-
lerle çevirdim. Onun kurguladığı, yani
aslında Tolkien’in söylediği çok yanlış
bir şey değil, o da çevirmen o nokta-
da, o da kendine geleni içine dolanı
çeviriyor. Dil bilimci de olduğu için
nasıl çevirdiğini en sonunda yazmış.
Bizde şöyle bir sıkıntı var: Maalesef
Türkçe’de sözlük çok yetersiz. Üniver-
sitelerin Türk Edebiyatı, Türkoloji, dil-
bilim bölümlerine çok çok kızıyorum.
Bir sürü insan mezun oluyor, orda bir
sürü çalışan var, niçin doğru dürüst
bir şey yapılmıyor? Osmanlıca-Türkçe
sözlüğümüz var ama Türkçe-Os-
manlıca sözlüğümüz yok. Mantık da
şu: Artık kimse Osmanlıca yazmıyor
nasıl olsa. Ama siz akademik çalışma
yapıyorsanız bu tip mantıklarla sınırlı
kalamazsınız. Ben çeviri yaparken
bakacak sözlüğüm yok ve bu çok
korkunç bir şey. Okyanus Sözlüğü’nü
öneriyorum size de, çünkü Türkçe’de
en güzel sözlüklerden biridir. Tabi
biraz çağın gerisinde kaldı. Bunun
yazarı da Ermeni’dir, bu da ironik.
Bu sözlüğün güzeliği, Türkçe karşı-
lığını veriyor, İngilizce, Fransızca ve
Osmanlıca karşılıklarını da genellikle
veriyor. Osmanlıca konuştururken
karakterleri burdan hallettim. Hadi
bunu hallettim, Öztürkçe’yi nasıl
bulacağım? Öyle bir sözlük de yok.
Onları da Türk Lehçeleri Sözlüğü’nde
buldum. Yayınevi de benimle aynı
fikirdeydi zaten, düz bir Türkçeyle çe-
virmeye niyetleri yoktu ve bu şekilde
olabileceğini gösterdim. Bu sözlük-
lerden Divanü Lügat-it- Türk’e geçip 2
senede çevirdim. Acayip zevkli bir şey
ve oyun oynuyorsunuz. Tek bir kelime
günlerce düşünmenizi sağlayabiliyor.
Sizin sizinle olan bir maceranız bu.
Kendinizi keşfediyorsunuz ve sonra
onları paylaşmak istiyorsunuz.
Bir de çeviriyi bitirdikten sonra met-
ni en baştan tekrar ele alıyorsunuz.
İlk çevirdiğinizde çok çeviri koku-
yor. İkinci okumamda çok değiştiririm.
Aslında ben nadasa bırakmak diyorum.
Hemen de kontrol etmemek lazım.
Hep Metis’le mi çalıştınız?
Arka Bahçe yayıncılıkla da çalıştım.
Ejderha Mızrakları benim tarzım değil
ama ilk 6 tanesini çevirdim. Açıkçası
çevirirken sıkıldım. Bunun yanlış oldu-
ğunu anladım. Çünkü bütünleşemi-
yorsunuz metinle. Benimsemediğiniz
bir üslubu çevirmek zorundasınız ve
bu çok yorucu.
Peki, Tolkien çevirmek mi Leguin
çevirmek mi daha zevkliydi?
İkisinin de yeri kendine göre...
Tolkien’de sürekli keşfediyorsunuz,
Leguin’in de dili çok iyidir.
Yüzüklerin Efendisi’nin sinemaya
aktarılması hakkında ne düşünüyor-
sunuz?
O filmler benim kabusum. İlkini
çevirdim. İzlemeyi hiç düşünmüyor-
dum. Şiirin çevrilemeyeceği gibi böyle
bir kitabın da filme dönüştürülemeye-
ceğini düşünüyorum. Ayrıca böyle bir
hakka sahip olduklarını da düşünmü-
yorum.
Böyle kitaplar ve masallar insanla-
rın hayal güçlerine hitap ediyor, kendi
kafanızda tahayyül ettiğiniz yaratık-
lar var rüyalar var, hatta tam olarak
tahayyül bile etmiyorsunuz yani tam
olarak cisimlendirmiyorsunuz. Bir
şekilde rüya gibi varlar sizin için. Bunu
yıkıyor. Yani filme aldığınızda sadece
yönetmenin kafasında yarattığı şeyleri
izliyorsunuz. O noktadan sonra insan
kendisi hayal edemez artık.
Bir de tam Noel günü vizyona
girmesi de inanılmaz bir gaftır. Bu
kitabın ruhuna ters bir şeydi. Kitabın
özelliği, kitaptaki hiçbir özel ismin
hiçbir kutsal kitapta geçmemiş olması.
Mesela “Sam” ismi Samuel’in değil,
SamWise’ın kısaltılmış halidir.
Ama izleyen de öyle, edebiyat
uyarlaması olduğunu gözönünde
bulundurarak izlemeli ve değerlen-
dirmeli belki?
Ama etkilenirsiniz, dönüp kendi
hayal ettiğiniz şeyi canlandıramazsınız
artık. Artık insanları aynı şekilde hayal
kurmaya mahkum ediyorlar. Bu bence
çok ters bir şey. Bülent Somay beni
ilkini çevirmem için ikna etti.
Kızlarağası Hanı ve bu dükkanın
sizin için anlamı?
Kızlarağasını çok seviyorum, dük-
kanımı çok seviyorum. Bu iş ile çeviri
birbirini bütünlüyor gibi. Gravürler,
kartpostallar… Çok ayrı işler değil.
Burda bir gümüşçü dükkanı açmış
olsaydım herhalde çok zorlanırdım,
birini bırakırdım belki de. Kitapların
arasında oturup bir şeyler yazıp çiz-
mek keyif veriyor.
şuna gitti. Arkadaşları yeni baskılarını
almışlar, yeni baskıda eski sözcüklerin
yanına yeni anlamlarını yazmışlar. Bu
korkunç bir şey. Bu hakarettir. Ayrıca
‘okuyorum’ diyen insan bir zahmet
açsın sözlükten bakıversin de kelime
hazinesine iki üç kelime katsın. Maga-
zin sayfalarındaki kelimelerle roman
yazılacaksa hiç yazılmasın ve ona da
edebiyat demesinler. Okullarda oku-
tulmaya başlandığı için öğretmen-
lerin talebiyle olmuş olabilir. Yazarın
bundan haberi olduğunu sanmıyo-
rum, belki bir şekilde yayınevleri ikna
etmiştir bilmiyorum.
Leguinler ve ardından Tolkienler
nasıl size geldi?
Başta Leguin’i de tanımıyordum,
Tolkien’i de, okuyunca bayıldım tabiî.
Hiçbir şeyin tesadüf olmadığına inanıyo-
rum. Ben o kitapları çekmişim o kitaplar
bana gelmiş gibi bir şey var. Leguin ile
senkronize yaşıyormuş gibiyiz. Tam ben
bir konuda bir şey düşünüyorum, o sıra-
da gelen kitap o konuyla ilgili... Mesela
bu dükkanı açacağım sırada babam
beni vazgeçirmeye çalıştı. Tam o sırada
Leguin’in ‘Balıkçıl Gözü’ diye bir romanı
vardır, orda da bir kadının babasına karşı
verdiği bir savaş anlatılır. O daha önce
yazmış bile olsa hep bu şekilde denk
geliyor. Tolkienler’i çevirmeyi ise aklıma
koydum ve meğerse yayınevinde de
bu konuyu konuşuyorlarmış. Elrond’un
Divanı vardır ya, “O bölümü çevireyim
önce bir bakın oluyor mu olmuyor mu”
dedim. Onları çevirirken Divanı Lugat-i
Türk’ten çok istifade ettim. Türk Lehçe-
leri Sözlüğü’nden, tarama sözlüğünden
de yararlandım.
İpek: “Malesef bugün
kullandığımız Türkçe’de
sözlük ve sözcük
sıkıntısı var.
Şu anda kullandığımız
Türkçe ile felsefe yapmak
çok zor.”
1,2-3,4-5,6-7,8-9,10-11,12-13,14-15 18-19,20-21,22-23,24-25,26-27,28-29,30-31,32-33,34-35,36-37,...88
Powered by FlippingBook