Egeden 19. Sayı - page 8-9

6
7
YAZ 2013
Dışarıda iş buldum, Paris’e gittim.
Paris’teyken oradaki arkadaşlarım
-yabancı arkadaşlarım da vardı ama-
bütün oraya kaçmış arkadaşlarım
benim evimde toplanırlardı. Fikret
Mualla, Abidin Dino, Avni Arbaş,
Remzi; yani bütün o kadro benim
yakın arkadaşlarımdı. Ben onlardan
kopmadım. Onlar vatan özlemi
içindelerdi; ben onlara İstanbul’dan
haber getiriyordum.
Bir gün eve geldi-
ğim zaman Hasan’a
dedim ki; “burada
Türk arkadaşlar var,
görmek ister misin?”
Hasan Ali Yücel’den
bahsediyorum.
“Tabii” dedi ama
kimseye söylemedi.
Evime geldi, orada
Pertev vardı, Abidin
vardı, Avni vardı. Çok
rahat etti, hoşlandı
yani. Zekeriya Bey,
Pertev Bey yıllarca
benim en yakın arka-
daşlarımdı; ben kop-
madım. Avrupa’da
bulunduğum
zamanda, dünyanın
neresine gidersem
gideyim, haftada iki
kere Türkiye’ye yazı
yazdım. Ben gaze-
teciliği bırakmadım.
Haftada iki defa
Cumhuriyet’e yazı
yazdım. Daha sonra
Milliyet’e yazı yaz-
dım, röportaj işleri
yaptım. Yani benim
bir ayağım buraday-
dı, tatil olur olmaz
buraya geliyordum.
Gazetecilerle ilişkimi
devam ettiriyordum.
Uluslararası Gazete-
ciler Federasyonuyla
bizim sendikayı her zaman bunların
içine kattım. Bunlarla iş birliğini
sürdürdüm. Yani katiyen kopmadım
ben onlardan.
Kişisel olarak merak ettiğim bir
şey var. Çok merak edilen konu-
lardan biridir, NazımHikmet’in
Atatürk ile ilgili görüşleri nasıldı?
Nazım’ın Atatürk ile yürüyüşlerini
biliyorsunuz. Kendisine her zaman
güveniyor. 1921’de kalkıp gidiyorlar,
Ankara’da Atatürk’le konuşuyorlar.
Atatürk tam mecliste konuşuyor-
ken, onları Ali Fuat Paşa’nın babası
Fazıl Paşa tanıtıyor. Atatürk onlara
“Şair arkadaşlarım” diye sesleniyor,
“Çocuklar sakın” diyor “toplumsal
bir şiir yazmayın”. Tek söylediği şey
bu oluyor, o ara Atatürk’ü bir yere
çağırıyorlar; bütün konuşmaları bu
oluyor. Ama Nazım hiçbir zaman
Atatürk’ün aleyhinde şiir yazmıyor.
Ve ondan sonra biliyorsun Kurtu-
luş Savaşı Destanı var. Ben Paris’te
olduğum zaman da Nazım’ın
ağzından Atatürk’e karşı tek kelime
duymadım, her zaman hayranlıkla
bahsederdi.
Son olarak İzmir hayatınızda ne
kadar yer kaplıyor?
Evvela şöyle başlıyor: Benim bir
ağabeyim doktordu, burada devlet
hastanesinde çalışıyordu, ben lise-
deydim. Oraya gelir, orada kalırdım.
Beraber Buca’ya giderdik. Burada
kaldım ben uzun zaman, öğrencilik
zamanımda; oradan başlıyor İzmir
hikayem. Ondan sonra her fırsatta,
ağabeyim ölene
kadar buraya gelip
gittim; benden on yaş
büyüktü ağabeyim.
Kordon’da muayene-
hanesi vardı, Beyler
Sokağı’nda çalışıyor-
du daha evvel. Burayı
biliyorum tabii, ben
de devlet hastane-
sinde yattım iki hafta.
Üniversitede öğren-
ciyken, benim anıla-
rımda, gençliğimde
İzmir’in bir yeri var.
Ondan sonra her fır-
satta İzmir’e geldim,
üniversitelerden bol
bol çağırdılar. Burada
bizim Kültür Gelişimi
diye bir teşkilatımız
vardı, Eczacıbaşı ile
beraber. Burada iki
üç seminer, sem-
pozyum düzenledik
onlarla. Ben buradan
düzenledim, orada
izledim, buraya gelip
kaldım. Sonra Jülide
-EÜ İletişim Fakültesi
Öğretim Üyesi Prof.
Dr. Konca Yumlu’nun
annesi- benim sınıf
arkadaşımdı, çok
sevdiğim bir arka-
daşımdı. Onunla hiç
kopmadık. Geldiğim
zaman mutlaka
Jülide’yi görürdüm.
O da buradaki bağımı kuvvetlendirdi.
Jülide’den miras Konca kaldı. Onu
böyle sürdürüyoruz. Dokuz Eylül Üni-
versitesi, belediyeler; Bornova, Bal-
çova, Konak, Bayraklı Belediyesi kaç
defa davet ettiler, geldim konuşma
yaptım. İzmir’den teklif geldiği zaman
hayır diyemiyorum, onun için İzmir,
İstanbul’dan sonra kendi şehrim gibi.
Gazeteci, bu koşullarda “gaze-
tecilik” yapabilmek için ne yapa-
bilir?
Gazeteci özgürlüğünü satmama-
lı, ödün vermemeli, dimdik yürüme-
li, katiyen yandaş olmamalı ve bir
süre işsiz kalmayı göze almalı. Yani
oluyor, ben bir süre işsiz kaldım; sen-
dika başkanıydım, sendika kapatıldı,
hükümet bizi darmadağın etti, bir
sene iş bulamadım ben. Ama sonra
ne oldu, hava değişti, bambaşka bir
hava oldu.
Siz hep umutlusunuz.
Ben her zaman umutluyum, dün
de söylediğim gibi. Ben her zaman
geleceğe umutla bakıyorum. Tevfik
Fikret gibi, Atatürk gibi, Marx gibi
her zaman umutla bakıyorum. Diyo-
rum ki bunlar değişecek ve aydınlık
günler gelecek diyorum, şakıyan
günlere kavuşacağız diyorum ve bu
karanlıklardan kurtulacağız diyo-
rum.
Sosyal medyayı takip ediyor
musunuz veya kullanıyor musu-
nuz?
Kullanmıyorum ama biliyorum
ne yapıldığını. Hayranlıkla takip edi-
yorum ve çok umudum var sosyal
medyadan. Sosyal medya bastırıla-
mayacak. Oradaki özgürlük sınırları
sonsuza dek gidiyor ve gidecek.
Medyanın, basın özgürlüğünün
umudu bence sosyal medya olacak.
Hocam günümüzün haber
metinlerinde dil kullanımını nasıl
görüyorsunuz?
Valla ben Arapça sözcük kullan-
mıyorum. Ben bilirim Arapça, eski
Osmanlıca şiirleri, yazıları, metinleri
anlarım. Sözlüğe baktığım olur ama
anlarım.
Bu konuda bir ilkeniz var, katı
bir ilke mi o?
Arapça, Farsça terkipler kullan-
mam; İngilizce, Fransızca kullan-
mam. Bunlara çok dikkat ederim.
Dün yalnız konuşurken bir sözcük
kullandım, bunu dedim Türkçe söy-
lemeyeceğim. Kimse anlamadı onu,
anlamamaları daha iyi.
Toplumun ilerleyişinde bizzat
toplumun kendisinin etkin oldu-
ğunu düşünen bir dünya görüşüne
sahipsiniz; söyleminizden bunu
anlıyoruz. Bu ilerleyişte toplumun
içinde kadının yeri ne?
Uzun uzun
anlattım, ben ka-
dınlara her zaman
güvendim. Benim
arkadaşlarım, yeni
değil öteden beri
kadın. Çalışma
hayatımın başında
mesai arkadaşlarım
kadınlardı. On-
dan sonra TRT’ye
geldim, Hıfzı Bey’in
–TRT’nin genel mü-
dür yardımcısıydı-
hanımları derlerdi,
benimle beraber
hanımlarla çalışırdı.
İLAT var bizim İle-
tişim Araştırmaları
Derneği...
O derneği de
siz kurmuşsunuz.
Evet. Onun
dokuz kişilik yö-
netim kurulunda
belki iki- üç erkek
var, öbürleri kadın.
Görüyorsunuz, ben
kadınlarla her za-
man daha uyumlu çalıştım, kadınları
anladım.
Neden?
Ben kadınları seviyorum, anlı-
yorum yani kadınlar bana yabancı
değil. Kendimi onların yerine koyu-
yorum ve dışında kalmıyorum kadın
sorunlarının. Kendimi zorlamadan
bunu yapıyorum, çok da memnun
oluyorum yani. Dediğim gibi ben
gazeteciliğe başladığım zaman da
böyleydim. Yaptığım röportajlarda
bir yığın kadın vardı. Mısır’a gittim,
Nil kızları vardı, onları buldum,
onlarla konuşmuştum. UNESCO’da
en yakın arkadaşlarımdan biri
Abdülmecit’in torunu sultanlardan
biriydi. Yirmi sene beraber çalıştık,
yani Osmanlı olduğu halde, Osmanlı
gibi davranmaz, hiçbir Osmanlı
havası yoktu; tamamen modern bir
kadındı. Ben onlarla beraber oldum
her zaman yani UNESCO’daki arka-
daşlarımın da çoğu kadındı benim.
Yani ben hiçbir zaman feminist
olmadım, fallokrat da olmadım. İkisi-
nin ortasında kadınlara, Atatürk gibi
gayet severek, saygıyla davrandım;
Nazım gibi, Sabahattin gibi. Nazım
her zaman kadınlara saygılıydı,
Sabahattin de öyleydi. Dün anlattım
konuşmamda “hey kadınlarım” diyor,
kadınlarla konuşuyor falan. Atatürk
bunları yaparken hiç art niyette de-
ğildi yani kadınları yatağa götürme
niyeti falan yoktu, katiyen yoktu. O
dönemde kadının toplumda yeri
olsun diye elinden geleni yapıyordu.
Daha fazla yer alsın diye elin-
den geleni yapıyordu. Şu anda hâlâ
yapılacak bir şeyler var mı sizce?
Atatürk kadınlara karışmıyor, yol
gösteriyor sadece. Bu çok önemli bir
şey. Atatürk bitiremedi, maalesef.
Bugün artık kadınların hakim olma-
ları lazım. Kadınlar kendi özgürlük-
lerini biliyorlar ve bunu savunmaları
lazım. Aklı başında bir kadın, bilinçli
bir kadın, nasıl boyunduruk altında
olmayı kabul edebilir? Burada kadın-
lara düşen iş var yani. Aydın kadınla-
rın yol göstermeleri lazım.
Bütün yazdıklarınızdan anla-
şıldığı gibi, siz memleketine bağlı
memleketini seven bir insan olarak
uzun yıllar yurt dışında yaşadınız,
nasıl bir tercihti o?
Ben Türkiye’de işsiz kaldım.
1,2-3,4-5,6-7 10-11,12-13,14-15,16-17,18-19,20-21,22-23,24-25,26-27,28-29,...84
Powered by FlippingBook