Egeden 3. Sayı - page 60-61

Yönetmen
Halit Refiğ’in
ardından...
Karikatür: Muharrem Akten
58
59
beceriksizdir’denilen bir ortamda özelikle Metin
Erksan’la birlikte eleştirilerin odağında olmasına
rağmen, sinemamız için ancak Türk sineması-
nın çözüm olacağı düşüncesini büyük bir güçle
savunmaya devam eder. Ulusal Sinema kavramının
çıkış noktası, Türk sinema sektörünün seyircinin
talepleri ile şekillenmesine dayanmaktadır. Halit
Refiğ’e göre, Türk sineması sosyal ve ekonomik
olarak tamamen halka dayanan bir sinemadır.
Sistem, bölge işletmeciliği ile Anadolu’nun her
yanından seyircilerin beklentileri doğrultusunda
belirlenen filmlerin yapımcılara sipariş edilmesine
dayanmaktadır. Sipariş verilen filmler peşin parayla
çekilmemekte, gişe başarısından elde edilecek para
ile bozdurulacak“bono”lar yönetmen ve oyuncu-
lara dağıtılmaktadır. Bonolar, gişe gelirinin belirli
kısmı salon sahibinden yapımcıya aktarıldığında
bozdurulmakta ve ekip üyelerine paraları öden-
mektedir. Halit Refiğ, dünya üzerinde başka örneği
bulunmayan bono sisteminin, halkı aslında filmin
yapımcısı konumuna getirdiğini savunmuştur. Re-
fiğ, Türk sinemasında büyük sermaye ya da devlet
eliyle desteklenen bir sinemanın olmamasından
dolayı, Türk sinemasının bir halk sineması olduğu
tezini öne sürer. Bununla birlikte halk sineması-
nın ulusal sinema niteliği kazanabilmesi ancak,
halkın yaşadıklarının ve çektiği sıkıntıların perdeye
taşınmasıyla mümkün olabilir. Yönetmen Ulusal
Sinema kavramı konusunda önemli olan noktayı
1971’de çıkardığı“Ulusal Sinema Kavgası”kitabında
şöyle açıklamaktadır:“Türkiye’de ne yapılacaksa
bunu kendi aramızda, kendi yağımızla kavrularak
yapmak zorundaydık. İşe yabancıları karıştırmaya
kalkınca insanın kendi görüşlerinden, inançların-
dan feragat etmesi gerekiyor, etmezse ortaya tatsız
durumlar çıkıyordu”(Refiğ, 1971: 20).
Halit Refiğ, ulusal sinema anlayışının
temelinde yatan toplumsal gerçekçilik anlayı-
şını ise şu sözleriyle vurgular.“Ulusal sinema,
halkın temel değerlerine karşı olmadan, içinde
bulunduğu durum konusunda bir bilinçlendirme,
bir bilgilendirme, yani belli bir bilincin sineması
olma iddiasında idi (...) Ülke gerçeklerinin seyirciler
tarafından bilinmesinin sinema yoluyla sağlan-
masının yararına inanıyordum. Ve buna inanırken,
bu gerçeklerin bizim çoğu zaman kopyalamak
istediğimiz Batı ülkelerinin gerçeklerinden farklı
olduğu inancındaydım. Ki, şu konuştuğumuz anda
bu inancım çok daha keskinleşmiş durumdadır””
(Akt. Hristidis, 2007: 184-185).
Halit Refiğ’in ulusal sinemayı gerçekleştirme
çabası, film yapımındaki güçlüklerden etkilenen
yapımcıların, popülerlik ve ticari başarı kazanma
kaygısını dayatması nedeniyle yarım kalır. Seyircile-
rin ödediği bilet ücretleriyle varolan bir sinemada
halka hizmet edilmesi gerektiği düşüncesi, halkın
eğlenme isteği karşısında, yönetmenin,“Kızın Var
Mı Derdin Var”,“Yedi Evlat, İki Damat”,“Karakolda
Ayna Var”gibi filmler çevirmesine ve giderek ticarî
sinemanın kıskacına girmesine neden olur. O dö-
nemde çektiği filmler hakkında Halit Refiğ kendini
şu ifadelerle savunmuştur:“Bir yönetmenin 60’lı
yıllar itibariyle bir yıllık geçimini, yani çok bolluk
olmadan, ama mübrem ihtiyaçlarını karşılayacak
şekilde sağlaması iki film yapmasıyla mümkündü.
Bana ‘her sene düşündüğün gibi iki film yap’dese-
ler yapamam zaten. Diyelim ki prodüktörler bana
inanmış, her yaptığım film de tutuyor. Onu farz
etsek bile, ben her sene iki tane düşündüğüm gibi
film yapamazdım. Ondan ötürü burada, ‘ben, bana
yapımı ters gelmeyecek, çok aykırı, benim yapmak-
ta çok zorlanacağım şeyler olmadıkça, prodüktör-
leri memnun edeceğim tabii. Bunları yaparım ama
önüme fırsat çıktığı zaman, kendi düşündüğüm
tasarıları da gerçekleştirebilirim’diye hesap yaptım”
(Türk, 2001: 111-112). Yönetmen, gerçekten de,
pek çoğu aynı zamanda gişe başarısı da kazanan,
“Şafak Bekçileri”,“Gurbet Kuşları”,“Kırık Hayatlar”,
“Şehirdeki Yabancı”,“Haremde Dört Kadın”,“Bir
Türk’e Gönül Verdim”ve üçüncü kez perdeye taşınan
“Vurun Kahpeye”filmleri gibi, ulusal sinemanın
bire bir manifestosunu işaret eden ya da ondan
izler taşıyan filmler yapma şansını bu ticari filmler
sayesinde bulmuştur. 1975 yılında İsmail Cem’in
TRT Genel Müdürü olması ile televizyon için çektiği
ilk çalışması, Halit Ziya Uşaklıgil’in romanından
uyarlanan“Aşk-ı Memnu”ise, tek televizyon kana-
lının verdiği güvenle, ticari kaygıdan uzak şekilde
gerçekleştirilen, sosyolojik çözümlemelerin çok
net şekilde yapılabildiği, yozlaşan aile kurumunun
eleştirisiyle dolu bir yapımdır.
Halit Refiğ’in televizyon ile ilişkisi ise her
zaman olumlu gelişmemiştir. 1983 yılında yine
TRT için Kemal Tahir’in romanından uyarlanan
“Yorgun Savaşçı”büyük tartışmalara yol açar.
Gerçekleri saptırmakla suçlanan dizinin orijinalinin
yakıldığı açıklanır. İleriki yıllarda ise bir kopyasının
saklandığı ortaya çıkar. Türkiye’de özel televizyon
kanallarının yasal olmayan şekilde yayına başladığı
dönemde, özel bir kanal için çekilen yeni Aşk-ı
Memnu versiyonuna karşıt olarak, saklanan bu
video kaydı TRT’de yayınlanır.
İleriki yıllarda senaryosunu Ümit Ünal’ın
yazdığı“Teyzem”filmi gelir. 1989’da“Hanım”ve
1990’da yine bir Kemal Tahir uyarlaması olan
“Karılar Koğuşu”filmlerinin herbiri, bir önceki
filminden daha ileriye giden, sosyal yapıya uygun
yansımaların yer aldığı, aynı zamanda Halit Refiğ’in
sinemasının üstünlüğünün tüm çevreler tarafından
kabul edildiği filmler olmuştur.
Yetmiş beş yıllık yaşamına yurt içi ve yurt
dışında çekilmiş toplam 64 kurmaca film, belgesel,
TV dizisi ve TV filmi sığdıran Halit Refiğ, en başında
sinema üzerine eleştiriler yazarken yola çıktığı
“Türkiye’de sinema sevgisini yaratma amacı”ndan
hiç vazgeçmemiştir. Halit Refiğ, yazıları ve filmle-
riyle olduğu kadar, Mimar Sinan Üniversitesi’nde
akademisyenliğe başladıktan sonra da deneyim
ve bilgilerini genç nesillere aktararak, bu amacına
ulaşma çabasını sürdürmüştür. Her ne çeşit eleşti-
riyle karşılaşırsa karşılaşsın Refiğ, sadece vatanını
seven ve onu yüceltmeyi kendine hedef edinen bir
sanat insanı olmuştur. Kendisinin de bu sevgi ile
ürettiği filmler, diğer birçok yönetmenle birlikte,
ardından gelen genç nesiller ve sinemaseverler
için sinema sevgisini yaratma amacına ulaşmış
görünmektedir.
Türk sineması Ekim Ayı’nda çok önemli bir
yönetmenini kaybetti. Halit Refiğ, 75 yaşında, bir
süredir devam eden rahatsızlığı nedeniyle yaşama
veda etti.
Halit Refiğ’in bir yönetmen, aynı zamanda bir
aydın olarak Türk sinemasına yaptığı en büyük kat-
kı, hiç şüphesiz onun“Ulusal Sinema”tartışmalarını
sinema tarihimizde ilk kez gündeme getirmesidir.
Halit Refiğ, sanayici bir ailenin çocuğu olarak
1934 yılında İzmir’de doğar. Ancak yaşamı boyunca
kendini İstanbul’lu olarak tanımlar. Robert Kolej’de
mühendislik eğitimine başlasa da sinema sevgisi
ağır basar ve yaşamının geri kalanını bu sevginin
biçimlendirmesine izin verir.
Askerliğini Kore’de yapan Halit Refiğ, ilk film
kamerasını burada satın alır. Kore’deki günlerini,
hem fikir dünyasını genişletmeye, hem de sinema
sanatı açısından geniş bir perspektife sahip olmaya
başladığı önemli bir deneyim olarak tanımlamıştır.
Askerlikten önce gittiği İngiltere’deki gençlik kam-
pında sinema üzerine çok sayıda kaynak edinmiş,
askerlikle birlikte okumaları, Freud’dan, Marx’a ve
Buda’ya kadar genişlemiştir. Refiğ, kendini, henüz
yirmili yaşlarına gelmeden bir anlamda akademik
olarak yetiştirmeye başlamıştır.
Halit Refiğ’in sinemaya girişi ise, Kore dönü-
şünden bir süre sonra yazmaya
başladığı eleştiri yazılarıyla
gerçekleşir. Metin Toker’le ta-
nışan ve Akis Dergisi’nde film
eleştirileri yazmaya başlayan
Refiğ, bu sayede ünlü sinema
yazarı Nijat Özön’le tanışır. Halit
Refiğ, Özön’le birlikte Türkiye’de
sinemaya sanat olarak yaklaşan
ilk dergi olan“Sinema Dergisi”nin
kadrosunda yer alır. Refiğ’in
ifadesine göre o dönemde dergiyi
çıkaran ekibin amacı“Daha iyi
ve daha güzel bir Türk sinemasına yol açabilecek
bir sinema sevgisi yaratabilmek”olmuştur (Refiğ,
1971: 18).
Yurt dışında edindiği kuramsal bilgileri
eleştirilerine taşıyarak, bugün“akademik eleştiri”
dediğimiz biçimi ilk kez Türkiye’de
gerçekleştiren Halit Refiğ’in,
yazılarında Türk filmlerini ön
plana çıkarması, bu yapımları
küçümseyen, dönemin bazı ya-
zarlarının tepkisini çeker. Ancak
Refiğ, Türk sineması üzerine
eğilmenin bir eleştirmenin
temel amacı olması gerektiğini
önemle vurgular. Bu düşüncesi
nedeniyle sinema eleştirmen-
leri arasından çoğu zaman
dışlanır. Ancak yıllar sonra,
1960’larda Türk sinemasının
güçlenmesi ve yurt dışında
kazanılan ödüller, eleş-
tirmenlerin Halit Refiğ’in
dikkat çektiği doğruları kabul etmesine yol açacak-
tır. Bu durum aynı zamanda Refiğ’in, bir yönetmen
olarak“Ulusal Sinema”kavramı çerçevesinde
filmler
çekme çabasının temellerinin,
henüz eleştirmenlik döneminde
atıldığının göstergesi olarak kabul
edilmelidir.“Ben memleketin ge-
nelinin, çoğunluğunun benden ve
ailemden farklı olduğunu idrak
etmeye başladığım andan itiba-
ren bu çoğunluğa karşı olmak,
küsmek, sırtımı dönmek yerine,
bu çoğunluğun bir parçası nasıl
olunur sorusunun cevabını, yo-
lunu aradım hep. Bu bilhassa
askerden döndükten sonra
oldu”(Akt. Türk, 2001: 18)
der ve ekler;“Başından beri benim meselem Türk
sineması idi”(Akt. Hristidis, 2007: 64).
Eleştiri yazıları sayesinde tanıştığı yönetmenle-
rin ilki, 1957 yılında“Yaşamak Hakkımdır”filminde
asistanlığını yaptığı Atıf Yılmaz olur. Ardından ikinci
asistanlık deneyimi olan“Alageyik”gelir. Bu
filmle, Türkiye’ye özgü şart-
larda ve sinema alanındaki
tüm olumsuzluğa rağmen
nasıl film çekileceğini
öğrenir. Atıf Yılmaz’ın
ardından Memduh Ün’ün
asistanlığını yapmaya başlar.
Memduh Ün’ün ilk filminin
yapımcısı olmasıyla da ilk kez
yönetmenlik koltuğuna oturur.
Memduh Ün’le çalışmak Refiğ’e
piyasa koşullarının işleyişi
konusunda önemli dersler
vermiştir. Ticari sinemanın
gereklerinin yerine getirilmesiyle
elde edilen gelirin, kendisi için
özel-
liği olan filmleri çekme olanağını
sunacak olması, ileriki yıllarda Halit Refiğ’in sinema
yaşamını belirleyecektir. 1960 yılında çektiği ilk filmi
“Yasak Aşk”, eleştirmenliği bırakarak tamamen aktif
sinemaya yönelmesini sağlar.
Halit Refiğ’in yazar Kemal Tahir ile tanışması
da yaşamının önemli dönüm noktalarından
biridir. Bu tanışma, yönetmenin en başından beri
amaçladığı, gerçekçiliğe dayalı ulusal sinemanın
yaratılması düşüncesinin sağlam temellere oturtul-
masına olanak sağlar.
1960’lı yılların ortalarında Ulusal Sinema kav-
ramı çevresinde yaşanmaya başlanan tartışmalar,
Halit Refiğ, Metin Erksan, zaman zaman da Lütfi
Ömer Akad, Duygu Sağıroğlu gibi yönetmenleri
içine alan bir harekettir. Halit Refiğ, ‘Türk sinema-
sında bir şey yapılamaz çünkü sinemacılar cahil ve
SİNEMA
Doç. Dr. Lâle KABADAYI
Ege Üniversitesi
İletişim Fakültesi
Radyo, TV, Sinema Bölümü
Mehmet GÖKYAYLA
Turgutlu Belediyesi
Başkanlık Danışmanı
1...,40-41,42-43,44-45,46-47,48-49,50-51,52-53,54-55,56-57,58-59 62-63,64-65,66-67,68-69,70-71,72-73,74-75,76-77,78-79,80-81,...84
Powered by FlippingBook