Egeden 3. Sayı - page 52-53

kare fotoğraf çektim. Bu keçi sevdam
yüzünden de Ege Üniversitesi’nde
Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı
beni baş çoban ilan etti. Kepeneği
de giydirdi, keçi yarenliği yaptım üni-
versitede. Elime de bir kızcağız verdi.
Maalesef kaybettik onu… Şimdi 6 yıl-
lık kızımız var Nimetçik. Onun sütünü
içiyoruz, kaymağını yiyoruz. En vefalı
yavru, 3 aylıktı aldığımda.
Peki Filiz Hanım, Anadolu’dan bes-
lenmek için mi Toroslar’da yaşayışı-
nız ve şehirden uzak oluşunuz.....
Bu bir plan proje dahilinde
olmadı. Çünkü biz Fikret’le 35 yıldır
birlikteyiz ve birlikte Anadolu’yu
gezdik. Fotoğraf çektik bol miktarda,
yaşadık. Onlardan biri olduk. Bir kadın
hamileydi biz röportaja gittiğimizde
Muş’un yaylalarında. Çocukları doğdu
benim adımı verdiler. Beraber büyü-
dük, beraber yaşadık. Yıllar içinde öz-
ledik, görüştük, haberleştik, ilişkimizi
hiç koparmadık. Onlar bizim belleği-
mize yerleşti. Bu birikimlerin sonunda
da en iyi bildiğimiz şeyi yaptık. Evimi-
ze döndüğümüzde bu hatıramızda
kalan fotoğrafları değerlendirdik,
ben keçe yaptım, Fikret resimlerini
yaptı.Yani Anadolu’da yaşayalım diye
bir plan yapmadık, çünkü yaşam
tarzımız zaten oydu. Bizim için çok
daha verimli oldu. Çok daha büyük
bir kentte çalışsanız yolda çok zaman
kaybediyorsunuz, ama bu şekilde en
azından eş dostla çok daha fazla bir-
likte oluyorsunuz. İlişkiler çok önemli
merkezlerde. O ilişkileri sağlayacağım
derken vaktinizi kaybediyorsunuz.
Öbür türlü ilişkiler bizim umrumuzda
olmadı. Bir dağ eteğinde yaşadık,
sağlıklı yaşadık, sağlıklı beslendik.
Bizim için ilişkiler önemliydi. Her şey
birbirine denk geldi yani.
Fikret Bey, İbrahim Çallı’nın ve Bedri
Rahmi’nin öğrencisi oldunuz…
Çallı, nur içinde yatsın çok değerli
biriydi. Akademideki hocaların hoca-
sıydı. Şimdi ben terbiyesizlik yaptım,
geldim Anadolu’dan bir atölyeye
girdim. Oradaki hoca hiç benim
resmime bakmıyor. O zaman orası
saraydı, sonra yandı. Bir gün “Hocam
benim resmime bakar mısın?” deyince
“Vay küstah sen bana nasıl işimi
hatırlatırsın.” dedi, o kadar kişinin
içerisinde beni kapı dışarı attı. Çıkınca
da yakamdan tuttu, sarıldı biz sarayın
ikinci katından birinci katına yuvarla-
na yuvarlana indik. Herhalde padişah
bunu önceden bildiği için böyle
büyük yaptırmış kırmızı halıları. Aşağı
düştük, ama bu arada da hoca bana
bağırıyor. Gözümün önünde bir par-
lak ayakkabı belirdi. Kafamı kaldırdım,
müdürümüz Burhan Toprak; Fevzi
Çakmak’ın damadı... Hocanın sinirden
ağzından köpükler çıkıyor, “Kovun
bunu, gidecek buradan.” falan diyor.
Neyse bana bir hafta geçici çıkarma
verdiler. O da bir müdür muavini ölen
ağabeyimin ahbabıymış, o sayede.
Beni hiçbir atölye almıyor... Sonra
Çallı “O hergeleyi bana geri gönderin.”
demiş, ben de gittim Çallı’nın atöl-
yesine. Kapıdan girmemle beraber,
nutkum tutuldu, geri çekilecektim çe-
kilemedim; karşımda çırılçıplak bir ka-
dın duruyor. Büyük ağabeyler, ablalar
resim yapıyor. Ağabey, ablalar bana
sehpa, kağıt verdiler. Ben de başladım
onlar gibi çizmeye. Çallı geldi baktı;
“ulen” dedi “Sana kim dedi burada
çalış diye. Dön arkanı.” dedi. “Buna bir
ayak, bir kafa getirin” dedi. Bana bir
roma başı geldi, bir de ayak. Ben 7 ay
o ayağın ve kafanın resmini yaptım,
desen çizdim; desenin önemine bak.
Artık kusmak geliyordu içimden…
Babam Kuruçeşmeli, ben de
Ortaköy’de kalıyorum. Ben de aldım
sehpamı gittim. Bir kahve var orada.
Orada kahvede şöyle yağlıboya bir
resim yaptım, getirdim ağabeylere
ablalara. Çallı da haftada 2 gün gelir,
bakar resimlere… O gün geldi, bakı-
yor resimlere şöyle perdenin arasın-
dan bir Atatürk gördü. “Açın perdeyi”
dedi. Açtılar. “Kim yaptı bunu?” dedi.
Besim ağabey, vardı, “Hocam ben
yaptım.” dedi, “Sipariş”. Çallı, “Ulan”
dedi, “Atatürk’ü biliyordum ama
kömürcü çıraklığı yaptığını bilmiyor-
dum.” dedi. Böyle tenkitleri vardı….
Derken sıra benim resme geldi. Ben
hiçbir şey demiyorum. “Yahu ne güzel
resim, hanginizin?” dedi. “Küçüğün.”
dediler, bana hep “küçük” derlerdi.
Bana bir kızdı: “Ulan, sana kim söyledi
yağlıboya yap
diye, bir daha
yapmayacaksın.”
O aralar da
benim aklım
fikrim Bedri
Rahmi’de.
Büyük ressam
Cevat Dereli
de Çallı’nın
asistanıydı o
zaman. İkinci
yılımda, Cevat
Hoca bana dedi
ki: “Hoca seni
evladı gibi sevi-
yor, Bedri Rahmi
ile çalışmak
istediğini ben söyleyemem, sıkıysa
sen kendin söyle”. Hiç unutmuyorum
bir yaz günü, Çallı, üstünde beyaz
gömlek, şöyle duvara dayanmış
duruyor. Ben gittim, elini öpeceğim,
konuşacağım, “Bedri Rahmi’nin öğ-
rencisi olmak istiyorum.” diyeceğim. O
meğer duymuş bunu daha önceden,
ben “hocam” dedim, “defol git” dedi. O
meğer izin verme şekliymiş, böylelikle
Bedri Rahmi’nin de öğrencisi oldum.
Filiz Hanım, iki sanatçı bir arada
yaşamanın zorlukları mı daha fazla
avantajları mı?
İkisi de var. Fakat bütün dünyada
olduğu gibi kadınlar her zaman daha
fedakar olmak zorunda oluyorlar.Ben
de bu kuralı bozmuyorum, dengeyi
kurmaya çalışıyorum. Hırslı bir insan
olmadığım için çok önemli değil, “ben
mi yaptım sen mi yaptın” tartışmasına
girmek. Birbirimizi eleştirebiliyoruz ta-
bii, yakında olmanın o avantajı oluyor.
Gün boyu çalışırız. Akşamları yemek
masasında karşılıklı birbirimizin işle-
rini eleştiririz. Tabii o eleştirileri o an
kabul etmeyiz. Fakat o bize bir kapı
açar. Onun üzerinden başka şeyler
düşünürüz. Bir de şu var: Biz ikimiz de
ayrı mesleklerde eğitim aldık. Fikret
resim öğrendi, uzun yıllar gazetecilik
yaptı. Anadolu’ya yerleştiğimizde
fiilen hala gazeteciydi. Daha az resim
yapıyordu. Bense yurt dışında iç
mimarlık eğitimi aldım. Biz ikimiz
de kendi mesleklerimizin dışında
en sevdiğimiz işleri yapmayı seçtik.
Onda da yaklaşık 35 yıl oluyor, galiba
başarılıyız. Ve mutluyuz. Önemli olan
da o. Elimizden geleninde en iyisini
yaptığımıza da inanıyoruz.
Fikret Bey, resimlerinizde en çok
kadınlar ve gözleri dikkatimizi
çekiyor...
Doğada 3 tane güzel göz vardır.
Eşek sıpası gözü, ceylan gözü, bir
de Doğu Anadolu kadınının gözü.
Genleri nasılsa, onların gözleri çok
sürmeli. Bir de üstüne kendileri sürme
çekerler. Bir gün Filiz’le Yemen’e gittik.
Nereye gitsek herkes sürmeli, erkekler
bile... Babamın silah arkadaşının oğlu
Avni Bey bizi gezdiriyor. Benim de
gözümde arpacık çıktı. “Avni Bey” de-
dim, “Bir eczaneye gidelim de bir ilaç
alayım”. “Yok efendim, ben ona mil
çekeceğim.” dedi. Penisilin şişesinin
içinde siyah bir toz getirdi. Fil dişine
batırılmış mili “Bismillah” diyerek
sürdü gözüme: “Yarına mümkün değil
kalmaz.” dedi. Hakikaten sabaha bak-
tım hiçbir şey kalmamış. Orada berber
dükkanının önünde fotoğraf çektirdik
Filiz’le. 4 metreden benim gözlerimin
sürmeli olduğu belli oluyor. Çıkmadı
da günlerce...
Anadolu kadının gözleri zaten sür-
meli, bir de ben onları biraz abarttım.
Benim imzam gibi oldu. Bir de Nazım
şiirinde diyor ya: “bizim kadınlarımız”...
Benim dikkatimi “bizim kadınlarımız”
çekti. Anadolu’da hep kadınlar çalışır,
erkekler yan gelir yatar, çay, kahve...
Kadınlar, sabahın köründe kalkar,
ekmeği yapar, aşı hazırlar, çoluğunu
çocuğunu doyurur, hayvanları besler,
tarlada bağda bahçede çalışır, kadın-
ların hayatı bu. Sonra bir çocuk, oğlan
olmadı mı bir çocuk daha, olmadı mı
bir çocuk daha... Bizim Urfa’dan canı-
mız ciğerimiz bir Haticemiz vardı, iki
kız çocuğu vardı. Birgün ta Urfa’dan
mektup gönderdiler bana “Hatice
nihayet erkek doğurdu.” diye...
1950’lerde gazeteciliğe başladı-
ğınızdan beri Anadolu’da neler
değişti?....
Neler olmadı ki... Ne fotoğraflar
çektim... Neler gördüm, geçirdim...
Hepsi kitaplarımda ayrı ayrı anlatılı-
yor, özetlemek çok zor. Mesela yıllar
önce Antakya tarafında bir adam ya-
maçta keçi sürüyordu, yanına gittim
baktım yakasında istiklal madalyası
var... Güneydoğuda bazı yerlere ara-
bayla gidemezsin, vasıta yok. Köyde
evler Fırat’ın kenarında. Ben 6 traktör
iş lastiğiyle yapılmış salla, köyleri
dolaşıp röportaj yapıyordum. Bir yere
geldik tarla sürüyor karı koca, bazen
öküzle beraber kadın çekiyor bazen
adam. Kadınların ellerinin fotoğrafla-
rını çektim, hep çapadan çalışmaktan
yara olmuş, kına sürmüşler yaraları
iyileştirsin diye. Bunları yaşadım gör-
düm, dolayısıyla tercihim o kadınlar
olacaktı ve oldu da...
50
51
25 Mayıs 2005’te yapılan “Süt Keçiciliği Ulusal Kongresi’nde, Fikret
Otyam, dönemin Ziraat Fakültesi Zootekni Bölüm Başkanı Prof. Dr.
Mustafa Kaymakçı (ortadaki) tarafından “Başçoban” ilan edildi.
1...,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,46-47,48-49,50-51 54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67,68-69,70-71,72-73,...84
Powered by FlippingBook