Egeden 3. Sayı - page 58-59

56
57
run kerpiç duvarları boyandıktan sonra altın rozetler ve taş
mozaikler ile süslenmiştir. Rozetlerin arkalarındaki iğneler
duvarlara monte edilmesini sağlamakta idi. Koridor içinde
bulunan som altından yapılmış bezemeli bir asa üzerinde
bir Urartu kraliçesinin adı ilk kez karşımıza çıkmaktadır. Ya-
zıtta asanın II. Rusa’nın eşi kraliçe Kakuli’ye ait olduğu
belirtilmiştir. Kakuli adı Urartu yazıtlarında,
kral Menua’nın karısı Tariri’den sonra,
adı geçen ikinci kadın adıdır.
Koridorun güneyinde
2009 kazı sezonunda kazılan
alanda gün ışığına çıkartılan
keramik eserler Urartu
çanak çömlek sanatını
yeniden değerlendirme-
mizi gerekli kılacaktır.
Birçoğu kırılmamış durum-
da bulunan yüzlerce kırmızı
perdahlı kabın yanında çok
sayıda krem renkli kap detaylı
araştırmayı beklemektedir.
Urartu kralı Argişti oğlu Rusa
(II. Rusa) M.Ö.685 yılında Urartu tahtına
geçmiştir. Saltanatı sırasında krallığın farklı
bölgelerine beş kale (Karmir-blur, Bastam, Kef Kalesi,
Toprakkale ve Ayanis) inşa etmiştir. M.Ö.673 yılında inşa
edilen Ayanis Kalesi kralın inşa ettirdiği son kaledir. Ayanis
Kalesi’nde Urartu egemenliği yaklaşık olarak M.Ö.650 yılları
arasında sona ermiş ve bu tarihten sonra kale Urartulular
tarafından bir daha kullanılmamıştır. Kalenin yıkılışı ile
ilgili kesin veriler yoktur. Yıkılışın göçebe kavimler (İskitler)
tarafından gerçekleştirilen bir saldırı ile olabileceğini
savunanlar vardır. Kazılardan elde edilen veriler yıkılışın
deprem gibi bir felaketin sonunda gerçekleşen bir yangın
ile olabileceği konusunda bilgi vermiştir. Olasılıkla kale
bu deprem ve yangın sonrasında Dış Kent’te oturan halk
tarafından yağma edilmiştir. Kalenin farklı sektörlerinde
yürütülen kazılar kalenin Orta Çağ’da (MS
10–11 yüzyıl) tekrar iskân edildiğini
kanıtlamıştır.
Yirmi yıldan beri arkeolo-
jik kazıları devam eden Van
ili sınırları içindeki Ayanis
Kalesi araştırmaları
Urartu tarihi ve sanatı-
nın anlaşılmasında ve
yeniden yorumlanma-
sında önemli bir paya
sahiptir. Urartu sanatı
ile ilgili yapılmış ve bilim
dünyasında uzun yıllar
kabul gören birçok önerinin
yeniden değerlendirilmesi-
nin yapılmasında ve bu öneri-
lerin düzeltilmesinde önemli katkısı
vardır. Kalenin sadece bir tek kral tarafından
kullanılmış oluşu Urartu sanatını daha iyi anlamamıza
yardımcı olmuştur. Arkeolojik kazılarda teknolojinin ve yeni
yöntemlerin yoğun olarak kullanılması bilgilerin derlen-
mesini ve yorumlanmasını daha kolay duruma getirmiştir.
Ayanis kazıları arkeolojik bir kazı olmasının yanında bir okul
olarak da görev üstlenmiştir. Ayanis kazılarına katılan yerli
ve yabancı birçok öğrencinin günümüzde önemli bilimsel
görevler üstlenmesi bunun kanıtıdır.
Yirmi yıldan
beri arkeolojik
kazıları devam
eden Van ili
sınırları
içindeki
Ayanis Kalesi
araştırmaları
Urartu tarihi
ve sanatının
anlaşılmasında
ve yeniden
yorumlanmasın-
da önemli
bir paya
sahiptir.
Venedikli serüvenci Casanova (eğer bir
evlilik yapsaydı) karısına“sadık”olur muydu?
Ama sadakat sadece aşkta değil, elektronikte de
önemlidir. Bir müzik setinde“high fidelty”(yüksek
sadakat, yahut yaygın terimle,“Hi-Fi”özelliği)
aranır. Size müziği dinleten aygıtın, kaydettiği
sese sadık olması gerekir. Müzik tutkunuysanız,
Sony, Tecnics, Sanyo, Premium, JVC, VS…gibi
Hi-Fi markalarına aşina olabilirsiniz. Ya Suna Kan,
ya Nigel Kennedy, ya Yehudi Menuhin, ya David
Oischtrach? Duymuşsunuzdur: Hepsi keman sanat-
çılarıdır. Ya Nicolo Amati, ya Antonio Stradivari, ya
Gioseppe Guarneri, ya Jabob Stainer? Genellikle
bilinmeyen bu ustaların hepsi de birer lütiye, yani
çalgı yapımcısıdır.
Suna Kan’ın müziğini elektronik bir medium
olmadan hiç dinlediniz mi? Media müziği evinize,
koltuğunuzun karşısındaki televizyona kadar geti-
rir. Bu anlamda media bir “tedarik edici”, İngilizce
karşılığıyla bir“procurer’dır”(Sözcüğün İngilizce
argodaki anlamını yazmak istemiyorum.) Erkekse-
niz karınızın, kadınsanız kocanızın“sadakatinden”
belki emin olabilirsiniz. Fakat masum görünüşlü
televizyonunuz yahut radyonuz sizi aldatabilir. Bu
yüzden, sözünü ettiğim kemancıları dinlemek için
konser salonuna gitmenizi öneririm.
Orada aracısız, doğrudan, saf ve sadık“müziği”
bulacaksınız. En önemlisi, sanatçının elinde bir
“Strad”göreceksiniz: Bu Antonio Stradivari’nin
yaptığı bir kemandır. Koskoca bir caddeyi son
model arabasının radyosundan yükselen“Çıs-tak!
Çıs-tak!”gürültüsüne boğan bir lumpen burjuva,
Stradivari’nin atölyesini görünce onu bir marangoz
sanabilir ve hatta bazen ona bir hamam taburesi
bile ısmarlayabilir. Oysa Stradivari’nin yaptığı
kemanlardan (belki en dürüst insanın bile bir fiyatı
vardır, ama bir Stradivarius kemanının bir fiyatı
yoktur, çünkü hiçbirine paha biçilemiyor) birkaçına
sahipseniz, Bill Gates’ten Microsoft’u satın alabi-
lirsiniz. Şimdi, o anda ne söylüyor olursa olsun, en
sevdiğiniz insanın sesini, sadece sesini hatırlayın.
Bu ses size dünyanın en güzel sesi gibi görünür.
Aynı şekilde Stradivari’nin yaptığı şey, tahtadan bir
çalgı değil,“var olan en güzel sesin”ta kendisidir.
Besteci nasıl bir kompozisyon üretir ve virtüöz de
bir müzik üretirse, lütiye de“ses”üretir.
Benim için müzik dinlemek, Milo Venüs’ünü
seyretmek gibidir. Ama âşık olmayı, seyretmekten-
se bu heykele modellik eden kadının eline (büyük
ihtimalle bana her ne kadar“yüz vermeyecek”
idiyse de) dokunmayı, yani müzik yapmayı tercih
ederim. Geçen ay bir antikacıda, ses tahtası içeri
göçmüş, berbat durumda bir Neapolitan mando-
line dokundum ve borç harç satın aldım. Amacım,
tamir ettirdikten sonra onu çalmaktı. Tamir için bir
lütiyeye ihtiyacım vardı. Nihayet Çetin Denizci’nin
telefon numarasına eriştim.
İzmir’de“sanat”sözcüğüyle ilintili semtler ve
yerler, genellikle, AKM’nin bulunduğu Konak, çok
sayıda kitapçının ve edebiyat-müzik mamulleri
tüketicilerinin olduğu Alsancak’ın yanı sıra, ya
(oksimoron olacak şekilde) muhafazakar bir
dadaist şairin ya da 14. dereceden bir belediye
memurunun vermiş olabileceği ismi kullanmak
gerekirse,“İzmir Sanat”denilen kurumun yer
aldığı Fuar’dır. Çetin Usta’nın atölyesi buralarda
değildi. Genellikle mobilya mağazalarının bulun-
duğu Karabağlar’daydı. Bu semte daha önce de
gitmiştim. Ama kitaplığımdaki, Mobilyacılık Tarihi
adlı kitapta bulunan, mesela XIV. Louis üslubunda
yapılmış bir sandalyeye yahut Maraş tarzı ahşap
oyma bir paravana rastlayamamıştım. Piyasa,
üslupsuz, ne çirkin ne de güzel, sanat açısından
birer olan mobilyalar satan mağazaları büyütmüş,
caddenin her iki yanına da, Artemis Tapınağı’nı ya-
pan mimarın midesini bulandırıp onu kusturacak
kadar çirkin, devasa ve cafcaflı binalar dikmişti.
Reel olan her şey rasyonel, haklı, doğruysa,
piyasada olan her şeyin rasyonel, haklı, doğru
(ve ekleyelim)“güzel”olduğunu söylemeye dilim
varmıyor. Piyasa Çetin Usta’ya pek varlık hakkı
tanımıyor gibiydi: Telefonda konuştuğumuz
gibi, ara sokaklara saptım. Sokaklar labirent gibi
olduğu için beni belli bir yerde bekleyip atölyesine
götürecekti.“Üstümde lacivert bir önlük olacak,”
demişti. Hiçbir kadına rastlayamadığım (her
kadının girmeye çekineceği) dar ve gürültülü
sokaklardan birinde, kararlaştırdığımız yerde, ufak
tefek, yıpranmış giysili bir adama rastladım. Bir
önlüğü vardı ama beklediğimin tersine, lacivert
değildi; daha çok, acemi yazarların tabiriyle,“bir
zamanlar lacivert olması gereken,”bir önlüktü
Yrd. Doç. Dr. İhsan Oktay ANAR
Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü
Sözlüklerde Kaybolmuş Bir Kelime: Lütiye
Karabağlarda Kaybolmuş Bir Lütiye: Çetin Usta
bu. Çetin Usta’yı önlüğünden değil, gözlerinden
tanıdım: Bir şairin gözleriydi, ama o bir lütiyeydi.
Arada ne fark var!
İlk atölyesi Buca’daydı ve komşuları tarafından,
“Burası sanayi bölgesi değil!”diye şikayet edilmiş, o
da Karabağlar’a göçmek zorunda kalmıştı. Arapça-
da“Sanat,”“Suni,”“Sanayi”aynı kökten (SN) gelir ve
“insan eliyle yapılmış şey”demektir. Antonio Stra-
divari eğer İzmir’de yaşasaydı, İzmirlilerin oylarıyla
işbaşına gelen, yüksek bir kültüre sahip belediye
başkanı ve ondan çok daha yüksek bir kültüre sahip
meclis üyeleri, bu sanatçıyı da muhtemel ki kova-
cak ve ona Organize Sanayi Bölgesi’nde bir dükkan
tutmasını tavsiye edeceklerdi. Belediye başkanları-
nın ruhsat verdiği camilerde vox dei’yi (Lt. Tanrı’nın
sesi) dinliyoruz. Çetin Usta’yı kovan vox populi’yi
(Lt. Halkın sesi.) Kuran gibi dinleyen“yerel yöne-
timlerdir.”İşte bu yüzden İzmir’de vox stradivarii’yi
(bir Stradivarius’un sesini) işitemiyoruz. Ama 2500
yıl kadar önce, demokrasinin olduğu Atina şehrinin
yurttaşları hiç de böyle düşünmemişler, Perikles’ten
sonra Kleophon’u“başkan”yapmışlardı. Hem
strategos (başkomutan) hem de autokrator (Atina
şehrinin“başkanı”) olan Kleophon’un mesleği ne
idi? İnşaat müteahhidi miydi, bir zamanlar valilik
mi yapmıştı, yoksa emekli bir general miydi? Hayır.
Kleophon bir çalgı yapımcısı, bir lütiye idi!
Atölyesine dar bir merdivenle girilen ve ucuza
gelsin diye bu dar mekanı bir marangozla paylaşan,
maaş almak şöyle dursun devlete vergi veren Çetin
Usta’nın yeni yaptığı iki kemanın sesini dinleyince
hayran oldum. Ancak Çetin Usta’nın hiç de o kadar
talihsiz olduğunu söyleyemeyeceğim: Besteci
ve virtüöz Paganini’nin konserlerinde kullandığı
kemanı, büyük lütiye Guarneri, 1743 yılında, varoş-
lardaki izbe bir atölyede değil, gardiyanın getirdiği
malzeme ve araç gereçlerle, zindanda yapmıştı.
Bir müzik sorusu: Devlet malı makam araba-
sından inip kırmızı halı üzerinde yürüyen bir valiye
mi daha çok saygı gösteriyorsunuz, yoksa üzerinde
kirli bir iş önlüğüyle izbe atölyesinde keman
yapıp ödediği vergiyle bu valinin maaşına katkıda
bulunan bir ustaya mı?
İlkini seçtiyseniz prozodisi bozuk bir millî
marşı, ikincisini seçtiyseniz Mendelsohn’un keman
konçertosunu dinlemenizi öneririm.
1...,38-39,40-41,42-43,44-45,46-47,48-49,50-51,52-53,54-55,56-57 60-61,62-63,64-65,66-67,68-69,70-71,72-73,74-75,76-77,78-79,...84
Powered by FlippingBook