Egeden 3. Sayı - page 50-51

KAMPÜSTE SÖYLEŞİ
Sanata ve Anadolu’ya
aşık bir çift
E
ge Üniversitesi 2009-2010 akade-
mik yılının açılış töreninde büyük
fotoğraf, yazı ve resim üstadı
Fikret Otyam ile eşi, fotoğraf ve keçe
sanatçısı Filiz Otyam konuk oldular
üniversitemize. Eserleri, yaklaşık bir ay
Prof. Dr. Yusuf Vardar -MÖTBE- Kültür
Merkezi’nde sergilendi iki büyük sa-
natçının. Filiz Hanım, keçeyle çalışma-
sından ve ürettiklerinden de anlaşı-
labileceği gibi doğal, doğa tutkunu,
Anadolu’dan beslenen, Anadolu’nun
tadını, kokusunu ve dokusunu bilen bir
sanatçı. Fikret Bey ise bir başka can...
Açılışımıza konuk olmaları vesilesiyle
büyük röportaj ustası Fikret Otyam
ile karşılıklı söyleşme imkanı buldum.
Röportajlarıyla ünlenmiş birine soru
sormak benim için dünyanın hem
en zor hem de heyecan ve mutluluk
verici işlerinden biri oldu. Çok öyküsü
vardı büyük üstadın anlatacak… Çok
görmüş, çok yaşamış…
Fikret Bey, Anadolu’ya olan sev-
danızla tanınıyorsunuz? Sizi
Anadolu’da en çok ne etkiledi?
Ben 1926 Aksaray doğumluyum.
O zaman Aksaray’da tek eczane vardı,
babamın eczanesi. Tek olduğu için de
oradaki hastaları, ölümleri, yokluk-
ları ve 2. Dünya Savaşı’nı yaşadım.
Derdim ki kendi kendime eğer büyük
bir adam olursam, bu halka hizmet
edeceğim. Doktor olmak istemem,
dişçi olmak istemem, onlar başka bir
şey, bu başka bir şey gazetecilik ve
sanatkarlık. 1950’de gazeteciliğe baş-
ladım. 1953’te Falih Rıfkı Atay, Dünya
Gazetesi Yazı İşleri Müdürü oldu. Ben
de Dünya Gazetesi Yazı İşleri Müdür
Yardımcısı olarak çalıştım. Falih Rıfkı
Atay, “Otyam” diyemezdi, “Otyat Bey”
derdi bana hep. Birgün “Kuzum çok
yoruldun” dedi, “bir bilet al Hopa’ya
kadar gidip gel” dedi. Ben kara çocu-
ğuyum. Aklım doğuda, ilk defa izin
verdiler kendimi doğuda buldum.
Çok insanlar gördüm, çok hikayeler
dinledim… Hepsi beni ayrı ayrı etki-
ledi. O yıldan beri doğu halkının gözü
kulağı oldum.
Filiz hanım, Anadolu’dan beslenen
bir sanat icra ediyorsunuz: Keçe
dokuma sanatı...
Burada benim bir avantajım var;
25 yıldır, eski yıllardan kalma bir
tezgahta dokuma yapıyorum. Şimdi
o dokumalarımı keçeyle birleştirip
keçenin içine dokuma gömüp yeni
bir çalışma düzeni tutturdum. Birkaç
tane de kendi desenlerimi kullandım.
Kendi desenlerim de yine Anadolu
kaynaklı. Sergide bir yeşil çalışma
vardı. Bir Anadolu evinin duvarını
boyamışlar. Duvarın üzerine de belki
bir oraktan belki bir ay yıldızdan esin-
lenmiş bilmiyorum. Onun desenini
çizmiş. Ben de fotoğrafını çekmiştim,
onu burada uyguladım. Yine kaynak
Anadolu ama çeşitli araçlar silsilesin-
de sonunda keçeye geçebildim.
Fikret Bey, “Dünya” Gazetesi’nde,
“Ulus”ta, “Cumhuriyet”te yazılar
yazdınız. Şimdilerdeyse “Aydınlık”ta
okurlarınızla buluşuyorsunuz...
Bakın iki gazeteye şükran borcum
vardır. Birisi Dünya Gazetesi, mesleğe
başladığım yer…İkincisi de Cumhuri-
yet. Çünkü doğuya ve güneydoğuya
ait röportajlarımı –dönem dönem
aksaklıklar olsa da- en iyi şekilde ver-
di, bu nedenle halkım adına şükran
borcum var her ikisine de. Hasan
Cemal benim arkadaşım. Fakat bence
çok kötü bir kitap oldu “Cumhuriyet’i
Çok Sevmiştim”. Ben bunu yapmadım.
Cumhuriyet benden de bunu bekledi.
Bense “Aydınlık” dergisinde “Hasan
Cemal Bu Nasıl Sevgi” diye yazı yaz-
dım. Hatta Cumhuriyet bunu yayın-
gidiyorum, komşunun evinin altında
tahtalarla çakılmış çitin içinde 20-30
tane keçi gördüm. Çıldırdım görünce;
o kadar güzel keçiler. Geri geldim,
“Filiz” dedim“Şu sahtekar makineyi
bana bir öğret”. Keçilerin kuyruğunu
burnunu kulağını her yanını çektim.
Baktım hepsi var. Bir de bastırdık
onları. Böylece tanışmış olduk dijital
makineyle. Filiz’in elinde en güzel
kameralar var, şimdi usta o. Yakında
Adnan Polat, Filiz, yeğeni ve benim
fotoğraflarımdan oluşan “4 objektif,
4 yürek” isimli bir sergi açacağız.
Tuvale gerilmiş baskılar. 24 Kasım’da
Çırağan’da sergilenmeye başlayacak.
Sergi ondan sonra Ankara’da sergilen-
meye devam edecek.
Filiz Hanım, siz fotoğraflarınızı diji-
tal mi çekiyorsunuz?
Evet ben uzun zaman önce
geçtim. Fikret de yavaş yavaş benim
makinemi kullanıyor.
Fikret Bey, resimlerinizde doğa ve
insan uyumu ön planda…Doğayı
daha iyi tanımak ve anlatmak için
mi metropolden kaçıp yaşamak için
Antalya’da Geyikbayırı Köyü’nü
seçtiniz?
Ben çocuk yaşlarda başladım ba-
bamın eczanesinde çalışmaya. Ecza-
nede çalışırken bana köylüler hayvan
getirirdi. Hayvan meraklısıydım; tilki,
sansar, ördek yavrusu, kaz yavrusu,
sincap yavrusu, kurt yavrusu, tilki
yavrusu... Ben evimde onları besler-
dim, onlar tüyer giderlerdi. Yani çocuk
yaşlarda başladı hayvan sevgisi. Sonra
sonra da bir keçi sevgisi başladı. Evi-
min önünden geçerken yem verirdim
onlara. Biz “keçi ormanın en büyük
düşmanıdır” laflarıyla büyüdük.
Antalya’da 4 köylüyle ev yaptık.
Hemen bahçe yaptık, çünkü ikimiz
de çiçek hastasıyız. Akşamları evin
etrafına keçi sürü geliyor. Akşam suya
inerler, ben de akşamları çiçeklerimi
sularım. O dönem henüz çit yaptıra-
mamıştık, her yan açık olduğu halde
o keçiler, bir gün olsun bizim bir
çiçeğimizi yemedi. 7-8 sürü keçiden
bir tanesi ağzını sürüp yeseydi o
çiçeklerimi namussuz, şerefsizdi. Ama
yemedi. Bende de böyle başladı keçi
sevdası. Şimdiyse uzmanlar diyor ki;
“Keçiler ormandan çıktığı için, keçiler
o yenmesi gereken şeyleri yemediği
için, mesela kurumuş otları yemediği
için yangınlar iki kat daha felaket
haline geldi”. Onların ne kadar vefalı
olduklarını, zararsız olduklarını gör-
dükçe daha bir keçi sevdalısı oldum.
Adana’da, Urfa’da, Mersin’de binlerce
ladı. Ben ekmek yediğim yere ihanet
eder miyim? Cumhuriyet’teyken iki
çocuğum oldu. Bana ihanet ettiler,
çekildim gittim. “Demokrat” diye bir
gazete çıkarttık. Savaşım bir de orda
devam etti.12 Eylül gördüm, 12 Mart
geldi dağıldık… Ama hiç bir zaman
ekmek yediğim yere ihanet etmedim.
Aydınlık’ın yeri de benim için bir
başkadır. Çok seviyorum Aydınlık’ı…
Yazımın asla bir virgülünü bile değiş-
tirmez, aynen yayınlarlar.
Teknoloji çağın vazgeçilmezi oldu.
Hızla gelişiyor ve her alanda yeni
imkanlar yaratıyor. Özellikle fotoğ-
raf alanında gelişmelere yol açıyor.
Sizce bu gelişmeler fotoğrafı nasıl
etkiliyor, Fikret Bey?
Bakınız fotoğraf en büyük tanıktır.
İnkarı kabul etmez. Şimdi şu sahtekar
makinalar çıktı. Her türlü şey yapılır
oldu. Benim zamanımda, ben bir
olayı gördüm mü önemli olan yazıma
tanıklık etmesiydi. Ama korkarak
basardım denklanşöre... Niye? Çünkü
film 12 tane basardı. Bazen tanıklık-
larım yazıda kaldı… Bazen filmlerime
el koyulmak istendi… Zordu benim
zamanımda fotoğrafçılık…
İlk makinenizi ne zaman aldınız?
İlk fotoğraf makinemi, ilk kez
Roma’ya gittiğimde 1957 yılında
aldım, Ferrania marka. Param ancak
ona yetti. Tepeden bakılırdı 6 x 9 film
çekerdi, 12 kare. Bu makinayla 7 yıl
röportajlarımın fotoğraflarını çektim.
Bununla ödül de aldım. Makineyi ilk
aldığımda 3.Napolyon Caddesi’nde
kralın heykeli var atın üstünde, bir
baloncu da balon satıyor orada. Öyle
bir denk düşmüş ki sanki kral elinde
tutmuş da balon satıyormuş gibi…
O kareyle ödül aldım ilk makinemle.
Makineye film takmak, çekimlerden
sonra filmleri yıkamak…
Ben o zevki yaşadım,
onun tadı bambaşka.
Evlendikten sonra Filiz
de kursa gitti. Sonra o
da başladı fotoğrafları
yıkamaya, o yıkıyordu
ben basıyordum…
Böyle fotoğraflarla geçti
ömrümüz. Tabi bu dijital
makine çıktı -ben ona
sahtekar makinesi diyo-
rum- Filiz’in yeğeni me-
raklıymış bu makinelere,
“Dubai’ye gidiyorum, bir
şey ister misin” diye sor-
du. Bize oradan sahtekar
makinesi aldı geldi. 6 ay
elimi sürmedim. Bir gün
Filiz ve Fikret Otyam,
sanatın sadece bir değil,
birkaç türünü birden
icra edebilen
usta sanatçılar...
Üstelik her ikisi de
Anadolu’dan ilham alıyor.
48
49
Gamze KARADEMİR EROL
Duygu ÖZTÜRK
1...,30-31,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,46-47,48-49 52-53,54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67,68-69,70-71,...84
Powered by FlippingBook