Egeden 21. Sayı - page 39

37
KIŞ 2015
rih tüneline dönüşmüştü. Nietzsche,
Marx, Derrida, Cioran; ne bileyim,
Kant, Weber, Habermas, Croce ya da
W. Benjaminlerle söyleşir-güreşir gibi
geçtim o atmosferden. Ve anladım
ki bu, salonun kapısında bitecek bir
yolculuk değil, orada başlamadığı
gibi...
Çağımızda, sanat ve iletişimde
görselliğin yaygın, “görsel iletişim”in
egemen olmasına rağmen, birim
zamandaki faydalı iş miktarı yarışın-
da savrulan zaman fakiri “modern
insan”ın kültür dağarı ve tarih bilinci
de kısıtlandığı ve kısırlaştığı için,
Onay Akbaş resimlerinin geniş kitle-
lerce rahat algılanamayacağı, kolay
anlaşılamayacağı endişesi kaplıyor
insanı bir yandan. Fakat, bu bağlam-
daki toplumsal sorun, olanca arka
planıyla onun çıkış noktalarından,
resminin gerekçelerinden, itkilerin-
den biri belki de.
Her biri “kitap” niteliğindeki
eserlerde biçimleri, nesneleri, simge-
leri, renkleri bir “arkeolog” edasıyla
katman katman ele almak, onları ayrı
ayrı ve bütünsel olarak anlamaya
çalışmak; dolayısıyla kendi içimize ve
içinde yaşadığımız kültür ortamına
kazma vurmak gerekecektir. Fakat
böylesi bir araştırma, bu anlama
çabası, ahenkli-estetik bir eylem
olarak yaşamdan bir mitoloji damıtıp
bu yolla onu sorgulamaya girişen
Onay Akbaş’ın cesareti ölçeğinde bir
cüretle mümkün olabilir ancak. Ya-
nılgılara düşmek pahasına, Akbaş’ın
bunca yıllık sanat emeği, düşünce-
algı dağarımıza kazandırdıkları ve
başarısı karşısında bir saygı duruşu
emaresi olarak böyle bir çaba ve
cüret önemlidir.
Yüzeydeki Hâreler
“Dalga”yı tuvalin yüzeyinde,
yüzeyin göze ilk çarpan rengârenk
biçimlerinde bulmaya çalışmak, hem
de bir çırpıda arayıp bulma hevesi
doğru yere götürmez izleyiciyi.
Sergide, “dalga”yı keşfedebilmek
için acele etmemek, bencileyin önce
“akrep”i bulmak, anlamak gerekir.
Her bir tuvalde, ve hepsinin zihne
yansıyan tümel kompozisyonunda
akrebi sezmek gerekir. Bunu yapar-
ken, her bir resim, sıralanış, tuval yü-
zeylerinin nasıl meydana geldiği ve
nelerden oluştuğu önem kazanacak-
tır elbette. Akbaş’ın resimleri üzerine
pek çok yazı yazılmış, üslup çözüm-
leme-değerlendirme denemeleri
yapılmıştır; bu nedenle bazı şeyleri
tekrar etmeye gerek yok aslında.
Fakat başka bir alandan mantık
aktarımı yapılarak denilebilir ki: Dil,
felsefe yapmanın, düşünmenin bi-
rincil aracıysa ve üstelik sözcükler (ve
kavramlar) düşünmenin materyalleri
ise, bunun gibi, resimde de, anlatı-
mın, ifadenin, ironinin, alegorinin
yapılabilmesi birinci derecede, resim
dilini meydana getiren çizim tekniği,
fırça tekniği, boyama, renk, geomet-
ri, perspektif teknik ve uygulamaları,
biraz daha temelde de uzay algısı
yetkinliğiyle gerçekleşen yerleştirme
üslubudur.
Onay Akbaş’ın resmi, geometri
ve rengin hemen hemen eşit güçte
olduğu (ve kendisinin de ifade ettiği
üzere) bir figür resmidir. İzleyici ilk
bakışta, renk öbekleri ve geometrik
biçimlerle parçalanmış tuval yüze-
yinde kaybolma endişesine kapılır;
fakat bir kez bakmışsınızdır ve
uzay cisimlerinin kaçınılmaz çekim
etkisi misali, artık o resme yönelmek
zorundasınızdır âdeta. Uzay cisimle-
rinin kaçınılmaz çekimiyle “tikel” ve
“tümel”, dengeli, ahenkli bir hareket
meydana gelir. İşte zihnin tuvalle,
gözün tuvalde gördüğü öğelerle
böyle bir ilişkisi başlar ve sergi artık
efsunlu bir kültür-felsefe-estetik-ta-
rih geçididir; “tikel” ya da “tümel”den
birini es geçerseniz, tuvaldeki cap-
canlı detaylara dalıp bütünü unutur
ya da resimlerin büyülü bütünlü-
ğünde hülyalara dalarsanız kaybo-
lursunuz: Çevik bir bilinçle “uyanık”
olmalı izleyici! İzleyici olmaktan çıkıp
katılımcı bir özneye dönüşmeli hatta.
Biçimde ve biçemde, teknikte ve
üslupta, olanca sanat tarihinin evre-
lerinden, Rönesans, Barok, Kübizm,
Fovizm, Empresyonizm ya da Exp-
resyonizm diye sıralanabilecek nice
sanat anlayışından izler, Akbaş’ın
resminde artık rahatlıkla ayıklanıp
tutulamayacak denli bir organik
bireşimmeydana getirmiştir. Bazı
biçimsel uygulamalarda, çerçevenin
kendisinde yahut resmin iç bölüm-
lenişinde dipdik, triptik ve tondo-
larda Roma, Bizans ve Rönesans’ın
mirası değerlendirilirken; bir yandan
Doğu’nun minyatür ve kukla sanatı,
Karagöz veya Siyah Kalem’in cinlerini
çağrıştıran figürlerle derinlerden göz
kırpar. Cıvatayla tutturulmuş parça-
lardan oluşan figürler, mask benzeri
suretler ve simgeler, izleyiciye, arkaik
- primitif biçim, figür ve anlatım da-
ğarcığının da dışlanmadığını haykırır.
Tersine, köhne yanları törpülenerek
resme alınmış, “modern”in tıkandığı
noktada “kurtarıcı nefes”e giden “acil
çıkış”ın basamaklarını oluşturmak
üzere orada hazır ve nazırdırlar;
modernizmin ve postmodernizmin
“liberal zindanındaki” bir avluymuş-
çasına “arı-duru” olanı, öz’ü, “imkân”ı
hatırlatırlar. Yine de Akbaş’ın resmi,
saydığımız akım ve anlayışların hiçbi-
ri değildir; yalın anlamıyla “hepsi” de
değildir!
1...,29,30,31,32,33,34,35,36,37,38 40,41,42,43,44,45,46,47,48,49,...80
Powered by FlippingBook