Egeden 21. Sayı - page 48

46
sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun
2007 ve 2008 yıllarında kadına yönelik
şiddeti önlemeye yönelik hükümlerle
değiştirilmiş ve en son 2012 yılında bu
konuya doğrudan işaret eden 6284
sayılı Ailenin Korunması ile Kadına
Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair
Kanun çıkarılmış, ayrıca Kadına Yönelik
Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi
ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa
Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleş-
mesi) bu tarihte yürürlüğe sokulmuş-
tur. Bu kanun kapsamında Türkiye’nin
birçok ilinde Şiddeti Önleme ve İzleme
Merkezleri (ŞÖNİM) kurulmuştur.
Genelde kadınların görev aldığı bu
merkezler kanunun gerektirdiği önle-
yici tedbirlerin uygulanması amacıyla
günün 24 saati ve haftanın yedi günü
hizmet vermektedir.
Tüm bu etkenler Türkiye’de kadının
kent yaşamı içinde bireyleşmesi yö-
nünde destekleyici etkenler olmuş ve
kadının genel anlamda kendi yaşamı-
na ilişkin irade beyanında bulunması-
nın yolunu açmıştır. Bunun karşısında
duran müesses yapı ise bunu kimi
zaman ona şiddet uygulayarak kimi za-
man ise onu öldürerek durdurmaya ça-
lışmaktadır. Türkiye’de kadının artan iş
gücüne katılım oranı, bununla birlikte
kadının kamusal alanda daha görünür
hale gelmesi, kadın sivil toplum örgüt-
leri ile araştırma merkezlerindeki artış
ve faaliyetleri gibi etkenler kadına yeni
bir statü sağlamış, bu da ona gelenek
dışında konumlandırılabilecek bir rol
kazandırmıştır. Modernleşen kadının
özne olma talebi, onu gelenekselliğin
birçok kurumuyla birlikte yaşatıldığı
sosyal yapıyla çatışmalı hale getirmek-
tedir. Bu anlamda, kadın cinayetleri
kapsayıcı bir özelliğe sahip kimlik ve
ideolojileri sürdüren ve bunları yeni-
den inşa eden toplumlarda, gelenek
ile modernliğin çatışması bağlamında
anlaşılabilir.
Kadına yeni statüsünü kazandı-
ran bu faktörlere rağmen Türkiye’de
kadın erkeğe göre halen dezavantajlı
bir konumda bulunmaktadır. Dünya
Ekonomik Forumu’nun 2013 Cinsiyet
Ayrımcılığı raporuna göre Türkiye’ye
kadın-erkek eşitliği konusunda
0.601’lik oranla 135 ülke arasında 124.
sırada bulunmaktadır (WEForum,
2013). Kadın-erkek eşitliği konusunda
var olan bu uçurum, kaydettiği sosyal
ve ekonomik başarılara rağmen kadı-
nın sözü edilen bu çatışma içinde daha
dezavantajlı bir konumda mücadele
etmesine sebep olmaktadır. Bu bağ-
lamda, Türkiye’de artan kadın cinayet-
lerinin eşit koşullara ve araçlara sahip
olmayan iki cinsiyet arasında yaşanan
‘statü kazanma’ ve ‘yerinde tutma’
çatışmasının bir sonucu olduğundan
söz edilebilir.
Sonuç
Sistematik şiddeti nedeniyle boşan-
dığı kocası tarafından 2010’da öldü-
rülen Ayşe Paşalı cinayeti Türkiye’de
işlenen kadın cinayetleri için bir dönüm
noktası olmuştur. Morarmış gözlerinin
keder ve öfkeyi yansıttığı fotoğrafı bun-
dan böyle kadın cinayetleri protestola-
rında sıkça taşınacaktı. Ayşe Paşalı öl-
dürülmeden önce onu kurtarması için
birçok kuruma başvuruda bulunmuş,
ancak hiçbiri onun bu talebine yanıt
vermemişti. Paşalı cinayetini trajik hale
getiren tam da bu idi. Yaklaşan cinaye-
te neredeyse herkes tanıklık ediyordu,
ama sistem bunun önüne nedense bir
türlü geçmiyordu. Bu olayın ardından
kadın cinayetlerine ilişkin birçok yasal
düzenleme yapıldı, önleyici tedbirler
getirildi, ancak cinayetler o günden
sonra da devam etti.
Denebilir ki; yazılı ve görsel med-
yada kadın cinayetlerine ilişkin ilk akla
gelebilecek tanımlama olan ‘namus ci-
nayetleri’ aslında gerçeğin kavranması
açısından perdeleyici etkiler yaratmak-
tadır. Oysa namus cinayetleri kültürel
bir forma sahiptir ve gücünü uzun
yıllar içinde şekillendiği gelenekten alır,
bunun da Türkçe’de dar anlamını ‘töre
cinayetleri’ oluşturur. Batılı literatürde
tartışılan ‘namus cinayetleri’ hakkında
ortak yazılanlar incelendiğinde, bun-
ların daha çok ‘töre cinayetlerine’ denk
düştüğü görülür.
Batılı kaynaklarda feminist çalışma-
lar içinde, hakkında çok sayıda çalışma
bulunan namus cinayetlerinin genel
özellikleri olan; aileyi ve kimi zaman
akrabaları içine katması, sosyal çevreye
karşı büyük utanç duyulması, namus-
suzlukla suçlanma riski ve bunu yara-
tan sosyal baskı ile cinayetin örgütlü ve
planlı şekilde yapılması gibi özellikler
töre cinayetlerinde karşımıza çıkmak-
tadır. Öte yandan, Türkiye bağlamında
düşünüldüğünde ‘namus’ ve ‘töre’
cinayetleri arasında ortak özelliklere
karşın, birtakım farklılıklar mevcuttur.
Her ikisinde ortak olan etken, sosyal
baskı ve kadim geçmişe sahip ataerkil
değerler iken, aralarındaki farklılık
konusunda birincisinde aile kararı, ci-
nayetin önceden planlanması, kolektif
bir nitelik taşıması gibi etkenler zorunlu
değilken, ikincisinde bunlar aranan
nitelikler olmaktadır. Bunun dışında,
‘töre cinayeti’ genelde namusla ilintili
sebepler neticesinde işlenir. Bu sebeple
de çoğunlukla ama özellikle Batılı lite-
ratürde ‘namus cinayeti’ kategorisinin
altında değerlendirilmektedir.
Öte yandan, namus ve ihtiras ci-
nayetler, her ne kadar ayrı kategorileri
oluştursa da, kimi yerde ortak nitelikler
taşır. Bunları ortak kılan başlıca etken
‘kıskançlık’ olgusudur. Batı’da ihtiras
cinayetinin bir gerekçesi olan aldatma
veya şüphesine bağlı gerçekleşen ci-
nayetler, Türkiye ve diğer Ortadoğu ile
Müslüman ülkelerde namus cinayetle-
rinin sebebi olmaktadır. Batılı ülkelerde,
sözgelimi İtalya’da, Yunanistan’da na-
mus cinayetlerinin bulunduğu yargısı,
ağırlıklı olarak aldatma temelli işlenen
cinayetlere denk düşer. Örneğin, bu
gibi cinayetler İtalya’da halk arasında
ironiyle karışık ‘İtalyan tarzı boşanma’
şeklinde nitelendirilmektedir.
Oysa Türkiye’de son yıllarda artan
sayıdaki kadın cinayetlerine bakıldı-
ğında, bunların sadakat ve kadının
iffetiyle ilintili olmaktan çok, kadının
değişen statüsü ile buna bağlı deği-
şen alışkanlıklarla bağlantılı olduğu
görülmektedir. Boşanma talebi, terk
etme, reddetme gibi sebeplere dayalı
cinayetler her ne kadar yanlış şekilde
namus cinayetleri olarak isimlendirilse
de, yeni bir kavramsallaştırmayla aslın-
da başkaldırı cinayetlerini oluşturduk-
ları ileri sürülebilir.
Albert Camus’nün (2012) başkaldı-
ran insan metaforundan hareketle ta-
nımlanan bu kavram temelde kadının
süregelen düzene başkaldırması, erke-
ğe itirazı ve irade beyanında bulunması
neticesinde öldürülmesini ifade eder.
Bu bakımdan Camus’nün“hayır”diyen
biri olarak tanımladığı başkaldıran
insan metaforuna karşılık, başkaldırı
cinayetleri kavramına esas teşkil etmek
üzere, kadın açısından bu tanımlama
“itiraz ediyorum”halini almaktadır. Bu
“itiraz ediş” aynı zamanda kadın açısın-
1...,38,39,40,41,42,43,44,45,46,47 49,50,51,52,53,54,55,56,57,58,...80
Powered by FlippingBook