Egeden 21. Sayı - page 61

59
KIŞ 2015
Marka kavramı, 200 yıl önce
Wedgewood adlı bir muhteremin
ürettiği porselenlere kendi ismini
basmasıyla başlamış. Daha sonra İn-
giliz soylularının bu ürünlere rağbet
göstermesi ilk markalaşmanın ortaya
çıkmasına sebep olmuştur. Wedge-
wood porselenleri bugün hâlâ çok
değerli ürünler olarak piyasada varlı-
ğını ve saygınlığını korumaktadır.
Özellikle sanayileşme devrimin-
den sonra, yani iki dünya savaşının
ardından ortaya çıkan rekabetçi ka-
pitalizm döneminde markanın önem
ve değeri daha da yükselmiştir.
Marka rekabetin en önemli unsuru
hâline gelmiş ve pazar payını belirle-
yen bir göstergeye dönüşmüştür.
Marka, ne sattığını ve kime
satmak istediğini anlatmaya çalışır.
Sürdürülebilir bir standardı temsil
etmeye, inandırıcı ve samimi olmaya
gayret eder. Yapay değil, gerçekler
üzerine şekillendirilmek istenir. Mar-
ka olmak için fark ortaya koyabilmek
gerekir. Nihayet, Deniz Sipahi’nin sık
sık vurguladığı gibi, markanın bir de
hikayesi olmalıdır.
Sonuç olarak, marka, bir ürünün
kalite ve güvenilirliğini gösterir.
Ürünün satışını kolaylaştırmayı ve
piyasa değerini artırmayı hedefler.
Bu nedenlerle “Marka” aynı zamanda
bir tanıtım aracıdır.
Başarılı olanlar iyi marka, olama-
yanlar, kötü marka unvanını alır.
Daha uzun uzun marka anlatmak
istemem. Hem bunu benden çok
daha iyi yapacaklar var, hem de ben
kent ve marka ilişkisine dönmek
istiyorum.
Önce bir soruyla başlayalım. Ne
oldu da bir ticari ürün için kullanılan
MAKALE
e
Tunç SOYER
Seferihisar Belediye Başkanı
“Gelecek, hiç kuşkusuz, yerelin
öneminin arttığı bir dünya olacak”
“marka” kavramı bir kent için kulla-
nılır olmaya başladı? Değerli Hoca’m
Engin Önen’in dediği gibi, bu belki
de, her şeyin pazarlanabilir olduğu,
yani her şeyin değerinin piyasa ile
ölçülmeye başlandığı neoliberal
düzenin bir eseridir.
Kim bilir belki de değildir. Ama
bilmemiz gereken odur ki, öyle
veya böyle, bugün kentler arasında
markalaşma ile öne çıkma, kentler
arasındaki rekabette mağlup olma-
mak gibi bir temel dürtü hatta hedef
ile karşı karşıyayız. Burada küçük bir
parantez açarak, kentler arasında
ortaya çıkan bu rekabetin kökleri ile
ilgili bir tesbiti paylaşmak isterim.
Globalleşme dediğimiz bugünkü
konjonktür içinde ülkelerin, pazar-
ların arasındaki sınırlar önemini
yitirmiş, kapitalizm, tek tek bireyle-
rin fethine yönelmiştir. Bu nedenle
dünyanın her yerinde insanlar aynı
ürünleri tüketir olmaya başlamışlar-
dır. Aynı markalı,
telefonlar, aynı
markalı araba-
lar, aynı markalı
televizyonlar, aynı
markalı giyecekler,
yiyecekler, içecek-
ler… Sonuçta bu,
insanların ayırt
edici özelliklerinin
yitirilmeye baş-
landığı, insanların
birbirine benze-
meye başladığı bir
döneme tekabül
etmektedir. Bu ger-
çeklik, insanların
bir arada yaşadığı
kentlere de yansır
ve insanlar gibi kentler de birbirine
benzemeye başlar. Öyle kent fotoğ-
rafları çekilebilir ki, dünyanın hangi
ülkesinde çekildiğini ayırt edecek
özellik bulmak imkansız hâle gel-
mektedir. Farklılıkların törpülendiği,
kimliklerin yok olduğu bu dönemde
benzerler arasında öne çıkmak, kent
yöneticilerine eskiden olmayan bir
görev yükler. O görev de kentin
diğerlerinden daha çok tanınması,
daha çok rağbet edilmesi, daha çok
ve kaliteli yatırım alması, toplam
değerinin büyümesinin sağlanması-
dır. İşte tam da bu noktada kentlerin
markalaşması ya da daha doğru bir
deyişle kimliğinin iadeiitibarı ve belki
de yeniden tasarlanarak kazanılması
süreçleri başlar.
Ticari bir ürün değil de bir ülke ya
da bir kentin marka değeri sorgulan-
dığında, onun piyasa değeri, kimliği-
nin ne kadar ortaya çıkarılabildiği ile,
daha doğrusu, kimliğinin diğerlerine
1...,51,52,53,54,55,56,57,58,59,60 62,63,64,65,66,67,68,69,70,71,...80
Powered by FlippingBook