Egeden 2. Sayı - page 46-47

1964’te Adapazarı’nda doğdu. İstanbul Üniversitesi
Siyasal Bilgiler fakültesi’ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli
edebiyat ve kültür dergilerinde yazılar yazmaya başladı. 1989
yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü
Armağanı’na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülünü aldı.
1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları’nda yayın yönetmeni
olarak görev yaptı. 2001 yılında yayınlanan ve okurdan büyük
ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70’li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003
yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslar arası Balkanika Ödülü’nü kazandı
ve altı balkan diline çevrilmesine karar verildi. Aynı kitap Suriye ve Lübnan’da Arapça olarak
yayınlandı. Tunç’un 2003 yılında Sait Faik’in öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı
senaryosu filme çekildi ve TRT’de gösterildi.
Ayfer Tunç’un yayımlanmış kitapları: Saklı (öykü) 1989, Kapak Kızı (roman) 1992, İkiyüzlü
Cinsellik (araştırma) 1994, Mağara Arkadaşları (öykü) 1996, Aziz Bey Hadisesi (öykü) 2000, Bir
Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek (yaşantı) 2001, Taş-Kağıt-Makas (öykü) 2003, Evvelotel
(öykü) 2006,“Ömür Diyorlar Buna”(yaşantı) 2007,“Bir Deliler Evinin Yalan Yanlis Anlatilan Kisa
Tarihi”(roman) 2009.
Ayfer Tunç
44
45
İçinden gelip geçtiğim, arada bir ziyaret etti-
ğim veya yaşadığım şehirleri kişileştirmekten çok
hoşlanırım. Sanki bir toprak, bir yerleşim bölgesi ya
da en basitinden bir kavram değilmiş de, iyi kötü
tanıdığım bir insanmış gibi onlara türlü karakterler
yakıştırırım, huylar atfederim. Şehir dediğimiz
şey hemen herkesçe kabul edilen niteliklere sahip
bir arazi parçasından ibaret değildir çünkü; resmî
belgelere, sözlüklere ya da monografilere sığmaz.
Şehir, onu bir biçimde tanımış herkesin farklı
büyüklükte bir hatırasına yataklık eden, saydıkla-
rımı kapsayıp aşan, sonuçta ruhumuza etki eden
bir organizmadır. Şehirlerimizin tarihi ile kendi
tarihimizin kesiştiği yerde özgeçmişimizden bir
parça oluşur, bize kimliğimizin bir unsurunu verir.
Bazı şehirlerin çılgın âşıkları olur. Ama tıpkı
hayattaki gerçek aşklar gibi fırtınalıdır bu ilişki.
Kimi zaman hızlı yaşanır, yenilgiyle biter, ardında
küskünlük, teessüf, hatta nefret bırakır. Bazılarının
aşkı bir dargın bir barışıktır. Öyle hayal kırıklıkları
yaşanır ki terk edilir, ama onsuz yaşanamaz; baş
önde, ders alınmış süklüm püklüm geri dönülür.
İstanbul, Ankara, İzmir gibi şanslı şehirlerin böyle
iflah olmaz aşıkları vardır. Elbette bütün şehirlerin
aşıkları vardır, onların arasında da çılgınlık çizgisini
aşanlar çoktur. Ama İstanbul, Ankara, İzmir aşıkları
saplantılıdır, onlarda mantık işlemez. Bence bu
üçü, Türkiye’nin üç büyük şehri oldukları için değil,
tarihlerinden gelen hususiyetlerini kendi zaman-
larına katabildikleri için özel, sıra dışı şehirlerdir.
İstanbul’un aşığı İzmir’inkinden, Ankara’nınki her
ikisinden farklıdır ama, her biri diğerininkini hor
görür; sahici ve eşsiz olan kendi aşkıdır.
Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre, İstanbul’dan
ya nefret edilir ya da uğruna ölünecek bir kadın
gibi çılgınca sevilir. Ben de kendi aşkımın biricik
olduğuna inananlardanım,“rabbin bana bir nimeti
varsa o da”İstanbul’dur; canıma da okusa, iflahımı
da kesse benim için daima gül pembe dehendir.
Ama şehirlerle aşk tek taraflıdır, biz onun
aşkından ölüp biterken, o bizi umursamaz, kendi
zamanını ve düzenini yaşar.
Şehirlerin zihnimizde, kendi cinsiyetimizden
bağımsız, yaşadığımız aşkı etkilemeyen bir cinsiyeti
de vardır.“Biz”diyerek genellememeliyim belki
de. Ama şehirleri kişileştirenlerin çoğu gibi, ben de
onlara bir cinsiyet yakıştırırım. Böylece zihnimde
dolgun bir imge olarak şekillenirler, cinsiyetleri
karakterlerine etki eder. Tümüyle öznel bu kişileş-
tirmeye ihtiyaç duyarım, çünkü bir şehri insanmış
gibi tahayyül etmek, ona insani nitelikler atfetmek,
şehirlerle ünsiyet peyda etme yollarımdan biridir.
Bir şehrin kadın ya da erkek olduğuna nasıl
karar veririm bilmiyorum, açıkçası pek de aydınlık
bir süreç değil bu. Şehrin, -gerçeğe uygun olup
olmamasıyla hiç ilgilenmediğim- mitolojisi,
bugününü yaşama biçimi, zamanın ağır ya da
canlı akışı, o şehre mahsus alışkanlıkların kişilerde
bıraktığı izler, eski hikayelerin günümüze kalan
tortusu, bugün yaşananların bize ulaşan coşkusu,
oralıların bilinçli-bilinçsiz aktardıkları, kısacası
şehrin bir anlamda soyut varlığını oluşturan şeyler
bir tür“aura”ya tekabül eder, böylece zihnimde
o şehre dair, ama tümüyle bana özgü bir halet-i
ruhiye oluşur; bütün bunlar bir araya gelerek o
şehri kadın veya erkek diye nitelememe yol açar.
Bazı şehirlerin cinsiyeti çok kişi için aynıdır.
Örneğin İzmir’i kime sorsak muhtemelen kadın
diyecektir. Benim için de İzmir ve İstanbul kadın,
Ankara erkektir. Ama cinsiyetleri aynı olsa da
karakterleri tümüyle farklıdır. İstanbul her an
yeni bir kocayı içgüveysi almaya hazır, kendine
olabildiğince iyi bakan, dominant ve yaşlı bir
kadın iken; İzmir, özen göstermediği Allah vergisi
güzelliğinden emin, eski kocayı sepetleyip yenisini
yatağına aldı alacak kadar canlı ve doyumsuzdur.
İstanbul dünya yansa bir çuval samanı yanmaz gibi
görünür ama içten içe kendini hırpalar. Oysa dünya
yansa İzmir’in bir çuvalcık samanı gerçekten yanar.
İzmir gideni gittiği an unuturken, İstanbul eski
kocalarının akıbetini merak eder. İstanbul Bizans’ın
Ayfer TUNÇ
Kadın şehirler, erkek şehirler
güvenilmez torunudur, atalarından dalavere geni
almıştır. İzmir sıcaktır, vakti dalavere düşünmekle
geçirmek yerine, eğlenmeyi tercih eder.
Trabzon erkek iken, komşusu Rize kadındır.
Nedeni çok basittir. Trabzon denince aklıma
tabanca, Rize denince çay toplayan peştamallı
kadınlar gelir çünkü. Orhan Kemal’in edebiyatıyla
pamuk tarlalarına hayat verdiği Adana erkek, eski
çağlardan kalma bir soyluluğun izlerini taşıyan
Bursa kadındır, yıllar önce gözden düşmüş bir
“kadınefendi”gibi yaşar, ne de olsa bir zamanlar
başkent olmuştur, ama zamana ayak uydurayım
derken tökezlemiş, mücevherlerini elden çıkarmış-
tır. Antalya tembel, gevşek, iri memeli bir kadın;
Konya sorumluluk sahibi, çalışkan bir erkektir; eker
biçer, okumuştur da üstelik. Edirne sarışın ince
bıyıklı bir erkek, Tekirdağ sarışın bir genç annedir;
sarmaşıklı, müstakil bir evde ailesiyle yaşar. Her
ikisi de neşelidirler. Kars esmer ve mahzun bir
erkek; Mardin güzel siyah gözlü ve soylu bir aileye
mensup bir kadındır. Artvin münzevi bir erkektir,
az konuşur, açık renk gözleri vardır, hep yükseklere
bakar, Adapazarı ağlamaklı bir kadındır, nadiren
güler, ama güldüğünde de kahkahası çınlar.
Zihnimde böyle sıralanır şehirler.
Cemal Süreya’nın“Göçebe”şiirini hatırladım.
Dizeleriyle şehirleri bir bir katederken bir yerde
şöyle der.“Ben hangi şehirdeysem/Yalnızlığın
başkenti orası.
civarında üyeyle birlikte çalıştıklarını
belirten Çetinkaya, şunları ekliyor:
“Tabii bu sayıyla Antalya’daki kampa
katılmamız imkansız. Bu yılki kampa
40 kişilik bir ekiple katıldık. 40 kişiyle
bile o koşullarda birlikte hareket
etmek bir hayli zor oldu, ama bir o
kadar da keyif aldık. Tırmanış bir ekip
çalışmasıdır. Tırmanırken yalnızca
kendinizi düşünemezsiniz. Etik çerçe-
veye daima uymak zorundasınız. Ge-
rek doğayla gerek diğer kullanıcılarla
olan ilişkilerde bu ilkeler göz önünde
bulundurulmalı. Bizim EKATT olarak
temel prensibimiz tırmanış bölgesine
götürdüğümüzden daha fazla çöp
getirmek. Özellikle bunu gerçekleş-
tirebilmek için çok çaba sarf ediyoruz.”
Derinlerde keşif
Yeryüzünde ayak basılmamış çok
az yer var. Mağaralar da bunlardan
biri. Ve bu gizem, bu sporu cazip
kılıyor. Bilinmeyen yerleri keşfetme
ve merak duygusu öğrencilerin bu
spora yönelmesini sağlıyor.
Mağara Araştırma Topluluğu
(EMAK)
, doğayla pek iç içe olmamış,
yaşamı özellikle büyük şehirler-
de geçmiş kişileri öncelikle doğa
yürüyüşleri gibi faaliyetlerle doğaya
alıştırıyor. Ayrıca mağaralar kapalı
mekanlar. Bu denli kapalı mekanlara
birdenbire adapte olmak zor olduğu
için ilk etapta kanyon yürüyüşleri ya-
pılarak üyelerin bu kapalılık hissine,
bu farklı atmosfere ayak uydurma-
ları sağlanmaya çalışılıyor. Herkes
bu zorlu sporun temposuna ayak
uyduramayabiliyor. Mağaracılıkta
da teknik bilginin yanı sıra en önemli
nokta ekip ruhu. Yardımlaşma ve say-
gı çok önemli. Mağara içinde, herkes
birbirine güvenmek durumunda.Yeni
üyelere, yatay mağaralarda yapılan
yürüyüşlerin ardından SRT (single
rope technicque) - Tek İp Tekniği adını
taşıyan eğitim veriliyor. Bu yolla üye-
ler dikey mağaralara alışabilmek için
tek iple açık alanda iniş ve çıkış pratiği
yapıyorlar. Bu eğitimi geçemeyen kişi
mağaracı olamıyor. Çünkü mağaracı-
lık bir iple derinlere inmek ve aynı iple
yukarı çıkmak becerisini gerektiriyor.
Bütün bu teorik ve pratik eğitimler-
den sonra, dikey mağaralara giriş
başlıyor ve mağaraların derinliği za-
manla artıyor. EMAK üyeleri, derinliği
30-60 metre arasında değişen inişler
yapıyor. Tüm eğitimlerin ardından yıl
sonunda topluluk en fazla 10 kişiyle
yoluna devam ediyor.
EMAK Başkanı Betül Seyhan
coğrafi olarak Toroslar - Antalya
bölgesinin bu spor için çok elverişli
olduğunu belirtiyor. Bölgenin karstik
bir yapıya sahip olması nedeniy-
le bünyesinde çok sayıda mağara
bulundurduğunu ifade eden Seyhan
şunları söylüyor: “Mağaracılığın te-
melinde araştırma faaliyetleri yatıyor.
Henüz bilinmeyen ve keşfedilmemiş
bir mağarayı bulup, haritasını çıkarıp
diğer tüm mağaracılara kazandırmak
için uğraşıyoruz. Bizden önceki EMAK
eğitmenleri, Manavgat’ta toplam 9
gün bir araştırma faaliyetinde bulun-
muşlar. Ayrıca spordan öte mağara-
ların korunması için de çalışıyoruz.
Türkiye’de bilinçsizce turizme açılan
birçok mağara var. Bunların korun-
ması için diğer üniversite toplulukları
ve derneklerle bu bilincin yayılması
konusunda işbirliği yapıyoruz.
“Mağaralar suların toplandığı
önemli yerlerdir. Özellikle karların
erimesinden sonra tümmağaralar su
çekiyor. Dolayısıyla kar ve yağmur su-
ları, aktif mağaralara girmeyi elverişsiz
hale getiriyor. Bu nedenle yaz ayları
mağaracılık için çok uygun. Yıl için-
deki eğitimlerin ardından yaz aylarını
daha yararlı geçirmek için EMAK üye-
leri daha zorlu ve derin mağaralarda
inişler gerçekleştiriyor. Bu yaz Ödemiş
Ayvacık Mağarası’na gittiklerini söy-
leyen Seyhan, bu mağaranın aslında
bir subatan olduğunu anlattı. Seyhan
şunları söyledi: “Subatanlardaki su ha-
reketliliği nedeniyle bu tür mağaralara
yaz aylarında girmeyi tercih ediyoruz.
Haritası çıkarılmış araştırması yapılmış
bir mağara Ayvacık. Ancak derinliği
yaklaşık 240 metre. Dolayısıyla bizim
için çok büyük bir deneyim oldu. Bu
tür mağaraların içine kamp kurmak da
mümkün. Bir mağaracı için mağaranın
sonuna varabilmek en önemli şeydir.
Bunu dağcıların zirveye ulaşmayı
hedeflemesi olarak düşünebiliriz. Ma-
ğaracıların da zirvesi mağaranın en dip
noktasına varabilmektir. Dolayısıyla
böylesi bir derinlikten yukarıya varabil-
mek için mağarada konaklamamız ve
dinlenmemiz gerekiyor”.
1...,26-27,28-29,30-31,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45 48-49,50-51,52-53,54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67,...76
Powered by FlippingBook