Egeden 2. Sayı - page 34-35

32
33
Aynı soruyu Flamenko müziğiyle
ilgilenen yorumcular için sormak
gerekirse neler söylersiniz? Örneğin
son dönemlerde Flamenko müziğiy-
le büyük bir çıkış yakalayan Öykü-
Berk ikilisini nasıl buluyorsunuz?
Bugün Türkiye’de Flamenko müzi-
ğiyle ilgili kurulmuş önemli dernekler
var. Oralarda çok başarılı Flamenko-
cular, gitarcılar, dansçılar yetişiyor.
Hatta bazılarını İspanyol sanabilir-
siniz. Yani o kadar ileri seviyedeler.
Öykü ve Berk’e gelince son dönemde
çok iyi bir başarı yakaladılar. Onlara
tavsiye edebileceğim tek şey, kendi-
lerini tekrarlamaktan kaçınmalarıdır.
Benim parçalarımın yüzde doksanı da
Flamenko tarzında. Ama başlı başına
Flamenko müziği değil; bu tekniğin
tadı var şarkılarımda...
Siz 1981 yılında Eurovizyon’da Ay-
şegül Aldinç ve Modern Folk Üçlüsü
olarak “Dönme Dolap” adlı parça ile
ülkemizi temsil etmiştiniz.
Eurovizyon yarışmasının o zaman
da benim için hiçbir önemi yoktu,
bugün de yok. Benimmüziğim
zaten Eurovizyon’la bağdaşan bir
müzik türü değil. Yine de katılmamız
gerektiği için Eurovizyon’a katıldık.
Ama hayatımda bir daha o şarkıyı asla
söylemedim. Eurovizyon sanatçının
belki bir süre için popülaritesini yük-
seltmesi ya da koruması için atacağı
profesyonelce bir adım olabilir. Ama
gözden de kaçırmamak gerekir ki
Eurovizyon’a katılıp da bir anda yok
olan çok insan var. Eurovizyon bir
anlık heyecan gibidir, aşk gibidir. Asla
sevgi gibi değildir, sürekliliği yoktur.
Sevgi benim yaptığım gibi ömür boyu
sürer. Bu bir hedef değil. Ama biz de
o heyecanı tattık on sekizinci olduk.
Bence bu alan fazlasıyla televizyonları,
plak şirketlerini ilgilendiren bir alan.
Hakkında çok konuşuldu, pek çok
yorum yapıldı ama daha önce
Eurovizyon’a katılmış bir sanatçı
olarak siz Hadise’nin performansını
nasıl buldunuz?
Hadise’nin söylediği şarkı çok basit
ve pek de müzikal değeri olmayan
bir şarkı olmasına rağmen Eurovisi-
on kriterlerine göre bestelenmiş, bu
anlamda başarılı bir şarkıydı. Ancak
Hadisenin performansı, şarkının
şansının artmasına büyük katkıda
bulundu. Hadise’nin sesi de, fiziği de
dikkat çekiciydi.
Eurovision şarkı yarışmasını ben
biraz da piyango çekilişine benzetiyo-
rum. Büyük ikramiyeyi kazanıyorsun
ama çoğu zaman o paranın hayrını
göremiyorsun. Tabii çok az olmakla
birlikte bazı istisnalar var.
Müziğin yanında yoga, aikido ve
metafizikle de ilgileniyorsunuz. Hep-
sini birden yürütmek zor olmuyor
mu? Yoksa her biri birbirinden mi
besleniyor?
Evet birbirinden besleniyor
diyebiliriz, hatta birbiriyle iç içe. İnsan
içinde olmadan bunu anlayamıyor.
Yani sadece aikido yapmak değil,
sadece yoga, metafizik, sadece müzik
değil. Bunların arasındaki bağı oluş-
turabilmek önemli. Bence bir sanatçı
müzisyen, şair, ressam, ne olursa
olsun yaşamdan doğadan esinlenerek
var oluyor. Gördüğümüz bir çiçekten,
kuştan, rüyalarımızdan besleniyoruz,
deneyimlediğimiz metafiziki olay-
lardan, hissettiğimiz ama tam olarak
adlandıramadığımız şeylerden de
mutlaka etkileniyoruz ve belki de
bilmeden onları eserlerimize yansıtı-
yoruz. Ben bu tür şeyleri çok derin-
lemesine yaşıyorum ama anlatmam
pek kolay olmuyor. Ancak bunların
yansımalarını müziğimde görebilme-
niz mümkün.
Birçok uzak doğu sporu varken ne-
den aikidoyu seçtiniz ve bu alanda
uzmanlaştınız?
Taekwando’yla da, kungfuyla da,
karateyle de ilgilendim. Çok uzun
yıllar önce bir aikidocuyla tanıştım
ve o sporcunun yaptıklarından çok
etkilendim. O zamanlar Türkiye’de bu
spor pek yaygın değildi. Yani sanki
dövüşmüyor, dans ediyordu. Aradan
“Hayatı biraz daha farklı boyutlarıyla yaşanabilir kılmak gerekiyor. Doğanın değiştirilemeyen yasaları var. Ancak hepimiz var olan bu müthiş düzeni,
farklılıkları değiştirme yoluna giderek sık sık hataya düşüyoruz. Belki de hayata renk katan bu farklılıklardır.”
çok yıllar geçti. 2000’de Türkiye’nin ilk
aikidocularından İhsan Özgün adında
çok değerli bir hocayla çalışmaya
başladım. Ancak belirtmem gerekir ki
aikido bütün uzak doğu dövüş sanat-
larının içinde müsabakası olmayan tek
daldır. Çünkü aikido bir savaş sanatı-
dır, dövüş sanatı değil. Aynı zamanda
öldürücüdür. Yani müsabakanın
mağlubu yoktur, yalnızca galibi vardır.
Aikido der ki; ‘iyi bir aikido evrensel
enerjiyle uyum sağlamalıdır’. Sonuç
olarak burada savaş yok anlayacağınız
gibi. Bana saldıran kişiye dahi uyum
sağlamam gerekiyor bu sporda. Aynı
zamanda aikidocu önce kendi nefsini
yenebilendir. Bakıldığında aikido,
metafizik ve meditasyonla da uyum
içinde. Yani armoni, uyum sağlamak
müzikte de var yogada da, aikidoda
da. Temel yaklaşımları aynı. Bence
önemli bir diğer ayrıntı da şu ki; aikido
çalışmalarında partnerler vücutlarını
birbirlerine teslim eder ve kendilerini
geliştirmek için birbirlerinin vücut-
larını kullanırlar. Partnerler çalışma
sonunda birbirlerine teşekkür ederek
ayrılırlar. Bu durumda nasıl karşında-
kine zarar verebilirsin ki. Dolayısıyla
her yönüyle aikidoyu kendime ve
mesleğime çok yakın buluyorum.
Ege Üniversitesi olarak bir konser-
vatuvara sahibiz. Müzikle ilgilenen
öğrencilerimiz öncelikli olmak üzere
tüm yeni başlayanlara tavsiyeleriniz
neler olur?
Schumann’ın bir sözü vardır;
“Teknik üstünlük ancak yüksek
amaçlara hizmet ettiğinde değerli-
dir”
. Bu söz bizim müzik piyasasında
çok söylenir. Çünkü orkestralar ha-
yatlarındaki dengeyi pek bulamazlar.
Genelde sanatçıların egoları yüksektir.
Ne kadar başarılı, süratli, teknik müzik
yaparsanız yapın ancak bir amacınız
olursa güçlü olursunuz. Müziği de
böyle kullanmak gerektiğini düşünü-
yorum.
Gençlerin de, bu sözü ezberle-
menin ötesinde yaşamlarına dahil
etmeleri gerekiyor. Bu sadece müzik
için geçerli değil tabii ki. Her işte ol-
duğu gibi müzik için de çok çalışmak
gerekiyor.
Hani Yunus’un bir sözü vardır;
“Çeşmelerden bardağın doldurmadan
kor isen, bin yıl dahi beklesen kendi
dolası değil”. Dolayısıyla kabiliyet ve
yetenek tabii ki gerekli olan şeyler
ama esas olan egoyu sıfırlayarak çok
çalışmaktır.
Popüler kültürün etki alanını geniş-
letmesiyle her şey çok çabuk eskir ve
tüketilir oldu. Eşyalar, arkadaşlıklar,
aşklar, şarkılar…Bu konuda ne
düşünüyorsunuz? Popüler kültürün
bizleri belki biraz daha az etkilemesi
için hangi yolların peşine düşülmeli,
neler yapılmalı?
Derinliği olmayan, içi boş, kof bir
şeyin yüzeyine dokunmaktan başka
ne yapabilirsiniz? Bir de, yüzeyin
ötesinde bir şeyler olup olmadığı hak-
kında fikir yürütebilecek bir birikime
sahip değilseniz, size sunulanların
yüzeyine dokunarak tatmin olma-
ya çalışırsınız. İçinde vitaminden,
mineralden eser olmayan yiyeceklerle
beslendiğinizi sanırsanız…
Hiç hareket etme zahmetine
girmeden, uydurma diyetlerle sağ-
lıklı olmaya çalışırsanız…Geceleri
evinizde birkaç satır kitap okumak ya
da bir dost ile sohbet yerine diskolar-
da payınıza düşen 1 metrekareden
daha az bir alanda, bir elinizde kadeh
diğerinde sigara sallanıp durmayı
eğlenmek ve stres atmak sanırsanız…
Televizyonlarda her gün yayınlanan
“kimin eli kimin cebinde”
programlarından, çoğunluğu
şiddet içeren film ve dizilerden
başınızı kaldıramazsanız. So-
nuçta kimleri zengin edersiniz?
Çıkarcılar isterler mi böyle bir
“popüler kültür kültürsüzlüğü-
nün” yok olmasını?
Neler yapılmalı? İşte bu,
binlerce sayfalık bir kitap
konusu. Bir kere hayatı olduğu
gibi kabul etmek lazım. Zaman
zaman yaşanılan aksiliklere bende
ters çıkarım, inkar ederim. Tabiî ki
yanlışları sorgulama yoluna giderim.
Olduğu gibi kabul etmekten kastım
şu; doğada değiştirilemeyen yasalar
vardır. İnsanların, hayvanların kalıplaş-
mış davranış şekilleri vardır. İnsanlar
birbirinden farklıdır. Ama bunları
düzeltme yoluna gidemezsiniz belki
de hayata renk katan bu farklılıklardır.
Bu farklılıklara rağmen yine de birbi-
rimizden bir şeyler almamız gerekir.
Tabi ki bu da dayatmayla olmaz.
Maalesef bu hataya hepimiz sık sık
düşüyoruz. Bunun dışında kendimizi
ve bedenimizi sevmeliyiz. Bedenimiz
bize verilen bir emanettir. Ruh spor
yaparak, sanatla uğraşarak, iyi ve
doğru beslenerek, kötü alışkanlıklar-
dan uzak durarak bedeni yüceltmek
zorundadır. Böyle bir yaşam bilincini
hayatımıza dahil ettiğimizde mutlu
oluruz. Hayattan belki de daha fazla
zevk alırız. Geç de olsa, BEN değil BİZ
demenin zamanıdır artık. Sonuç verir
mi bilemiyorum.
Hani derler ya; bir kelebeğin
kanat çırpışından tüm evren etkile-
nir. İnsanoğluna bahşedilen akıl ve
özgür irade ile ya var olursunuz, ya da
yok olursunuz. Kanat çırpmak özgür
irade işi. Nasıl çırpılacağı ise akıl işidir.
Dümen, akıl yerine içgüdülerimizin
elindeyse, özgür irade kendine en
cazip gelenin arkasından koşar
gider.
Akıla öncelik tanırsak, özgür
irademize de neye karar vereceği
hakkında alternatif sunmuş oluruz.
Bunu tüm yaşama uyguladığımızda,
evrime katkıda bulunacağımız şüphe
götürmez… Evrime katkıda bulunan
her şey mutlak doğruya en yakın
olandır. İster yüz, ister boğul…
1...,14-15,16-17,18-19,20-21,22-23,24-25,26-27,28-29,30-31,32-33 36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,46-47,48-49,50-51,52-53,54-55,...76
Powered by FlippingBook