Egeden 2. Sayı - page 22-23

20
21
“Bilmez olur muyum, beyim?”
“Tamam, öyleyse, hemen her haf-
ta İstanbul’a geliyor. Florya Köşkü’ne
iniyor. Köşk de şuracıkta. Bir gün kapı-
da bekleseydin de derdini dökseydin
ona... Herhalde çaresini bulurdu.”
“Sen benim konuşmamdan
hoşlaştın, gönül eyliyorsun. Ama bak
şimci, tutalım gittim vardım, beni
o kapıya koymazlar ya... Tutalım ki
kodular, koskoca İsmet Paşa’mızı
göstertmezler ya. Tut ki gösterdiler
ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o
sağırın sağırı! Heç işitmez beni...”
Nuri Conker, lafa karışmak ister,
Atatürk bir hareketiyle onu durdurur.
“E peki, bakalım bu dediğime ne
bulacaksın! Atatürk koca yaz şuracıkta
oturup duruyordu. Gitseydin, çıksay-
dın önüne, anlatsaydın halini. O da
seni yüzüstü bırakacak değildi ya!..”
der.
Köylü iyice keyiflenmiş ve gülerek
“Sen ne diyorsun bey?” der. “Mustafa
Kemal Paşa Atatürk’ümüzün yüzünü
görmek için Peygamber gücü gerek...
Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten,
işinden gücünden başını kaldırıp
bizim öküzün arkasından mı seyire-
cek?..” der.
Halil Ağa, sigarasının son nefesini
ciğerlerine doldururken, Atatürk’ten
yeni aldığı sigarayı da kulağının
arkasına yerleştirir, çiftinin başına
gitmeye hazırlanır. Konuşacak bir
şey de kalmamıştır. Atatürk köylü-
nün omzuna elini koyarak, “Senden
hoşlandım Halil Ağa” der. “Bir gün
köyüne de gelir, bir ayranını içerim.
Açık yürekli bir vatandaşsın. Ama yine
de sana söylüyorum, hakkını kimsede
bırakma ara!..” der.
Nuri Conker ve Atatürk döner,
arabaya binerler. Halil Ağa, onları
uğurlarken. “Meraklanma beyim,
evelallah heç kimse bizim hak-
kımıza el değdiremez. Fakat bu,
Devlet Baba’ya borçtur. Ödenme-
si gerek...” der.
Otomobil hareket ettiğinde
Atatürk’ün canı sıkılmıştır. “Bir
uygun yerden dönelim, tadı kaçtı
bu işin!..” der. Dönüş yolunda
Atatürk konuşmaz, sigara üstüne
sigara yakar, yüzünde ince bir
keder oluşur. “Yahu çocuk, şu
Halil Ağa’nın vergi borcundan
öküzünü satmışız, merkeple
çift sürüyor, hala da ‘Devlet
Baba’diyor. Ne mübarek millet, bu
millet!..” der.
Köşke döndüklerinde Atatürk
yaverine emreder: “Şimdi” der.
“İstanbul’da ne kadar bakan, millet-
vekili varsa hepsini telefonla bulacak-
sın!.. Bu akşam kendilerini yemeğe
bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin
Üstündağ ile İsmet Paşa’yı bul, onlara
da haber ver.”Yaver odadan çıktıktan
sonra Atatürk, Nuri Conker’e döner:
“Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil
Ağa’ya gideceksin. Ona benim kim
olduğumu söyleme. Tüccar, zengin
bir adam filan dersin. ‘Seni sevdi, sana
öküz alıverecek’ diye bir şeyler söyle,
kandır. Kuşkulandırmadan al getir
buraya.” der.
O akşam Atatürk’ün sofrasında
Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, mil-
letvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin
Üstündağ’dan oluşan yirmi beş konuk
vardır. Atatürk, “Bu akşam soframıza
efendimiz gelecek. Kendisine nasıl
davranacağınızı çok merak ediyorum.”
dedikten bir süre sonra içeri başyaver
girer ve Atatürk’ün kulağına bir şeyler
söyler. Atatürk “Buyursun!” der.
Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa,
gündüz konuştuğu beyin sofranın
başında oturduğunu, yanı başında da
İsmet Paşa’nın yer aldığını görünce,
şaşkınlıktan donakalır. Dizlerinin bağı
çözülür. Atatürk onu görünce ayağa
kalkar. Arkasından bütün konukları da
ayağa kalkar. Atatürk son konuğunu,
“Hoş geldin Halil Ağa” diye karşı-
ladıktan sonra kendisini sofradaki
konuklarına tanıtır: “İşte beklediğimiz,
Efendimiz” der.
Nuri Conker, Halil Ağa’yı
Atatürk’ün sağ başına oturtur, ken-
disi de yanındaki sandalyeye geçer.
Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten
Conker’le birlikte nasıl kaçtığını, Halil
Ağa’yı, bir yanında öküz, bir yanında
merkeple çift sürerken nasıl gördüğü-
nü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl
kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir
şekilde anlattıktan sonra şöyle der:
“Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte
yanınızda tekrarlayacağız. Ben sor-
duklarımı baştan soracağım, Halil Ağa
da orada bana söylediklerini olduğu
gibi tekrarlayacak.”
Halil Ağa’ya döner: “Bak beri, Halil
Ağa” der. “Sen bu akşam benim baş-
misafirimsin. Senin açık sözlülüğünü
pek çok beğendiğimi bugün söyle-
dim. Konuşmamızdan sonra sana
hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de
alacağım. Ama şimdi ben tarlada sor-
duklarımı baştan soracağım, sen de
orada söylediklerini aynen tekrarla-
yacaksın. İşte soruyorum: Bakıyorum
sapanın bir yanında öküz, bir yanın-
da merkep koşulu. Öküzün yok mu
senin?” Halil Ağa dudakları titreyerek
Atatürk’ün ayağına kapanacak olur.
Atatürk müsaade etmez: “Yoo, bak
böyle şey istemem. Soruyorum cevap
ver.” der.
Soru-cevap faslı valiye kadar
aynen tekrarlanır. Sofradakiler, soluk
almadan konuşmayı dinlerler. Ürkü-
tücü sorulara gelmiştir sıra. Atatürk
sorar: “Peki İstanbul şuracıkta, gidey-
din valiye, anlataydın derdini, onun işi
bu değil mi?”Vali Muhittin Üstündağ,
Hali Ağa’nın ancak iki metre ötesin-
den kendisine bakıyor. Nasıl desin?
Ter basmıştır iyice, işi savuşturmanın
yoluna kaçar:
“Vali paşamızı biz görüp dururuz
buralarda. Eteğine düşsek derdimizi
duyurabilir miyiz ki...”
“Olmadı bu, Halil Ağa... Bana dedi-
ğin gibi, dosdoğru...”
“Böyle demedik mi beyim?..”
“Ya, ben mi yanlış anladım?.. Dur
soralım bakalım Nuri’ye. Nuri, böyle
mi dedi bize Halil Ağa?”
Nuri Conker karşılık verir. “Hayır
Paşam!..”
“Gördün mü?.. Demek aklında
yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin
sen, vali neden duymazmış?.. Aynen
bana söylediğin gibi söyle.”
Halil Ağa kekeleyerek konuşur:
“Köylük yerinde bizim dilimiz sağır
demeye alışmıştır, paşam.”“Kusura
kalma gayri...” der.
Atatürk gülmeye başlar: “Diplo-
matsın ki, yaman diplomatsın, Halil
Ağa... Ama şimdi diplomatlık sırası
değil, doğruyu konuşacağız... Söyle
bana, orada dediğin gibi...” der.
Halil Ağa gözünü yumup, başını
yere eğer: “Şaşırmıştım, ağzımdan
yanlışlıkla ‘Bırak bu sağırı’ diye bir laf
kaçırmışım...” der.
Sofrada gülüşmeler başlar.
“Hadi buna da oldu diyelim. Geçe-
lim gerisine: “E, peki bir Başvekil İsmet
Paşa var, bilir misin?” Halil Ağa İsmet
Paşa’nın yüzüne bakar ve gözlerini
yere indirir: “Şanlı İsmet Paşamız bilin-
mez olur mu hiç? O bugüne bugün...”
der.
Atatürk Halil Ağa’yı durdurur. “Bı-
rak şimdi övgüleri. Ben lafın gerisini
getireyim: Tamam öyleyse, hemen
her hafta İstanbul’a geliyor, Florya
Köşkü’ne iniyor, köşk de şuracıkta. Bir
gün kapıda bekleseydin de derdini
dökseydin ona. Herhalde bir çaresini
bulurdu.” der.
Halil Ağa yine kaçamak yanıt verir:
“Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar
da Şanlı paşamıza öküzümüzü mü
yanacağız!..” der.
Atatürk’ün sesi iyice sertleşir: “Beni
uğraştırma, Halil Ağa. Erkek adam sö-
zünü yalamaz. Ne dediysen, tıpkısını
tekrarlayacaksın!..” der.
Halil Ağa ürker, toparlanır. Başını
yine yere gömüp konuşur: “Şanlı
Paşamıza da sağır dedikti ya...”
“Yalnız sağır değil, ‘sağırın sağırı’
değil miydi?”
Halil Ağa yere eğik başını acıyla
sallar: “Öyle dedikti paşam, doğru-
sun!..” der.
Atatürk, İsmet Paşa konusunda
daha fazla ısrar etmez, sözü kendine
getirir.
“Son soruyu sorayım şimdi”“Bu-
nun da karşılığını ver, öküzünü al git.”
“Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmu-
yor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne,
anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü
bırakacak değildi ya?” der.
“Hiç bırakır mı Aslan Paşam be-
nim!.. Erip erişir de tarlama dek gelir,
halimi dinler.” der.
“Bırak bunları Halil Ağa, dediğini
tekrarla.” Halil Ağa birden diklenir.
Her şeyi göze almış insanların yiğitliği
içinde doğrulur. Atatürk’ün gözlerinin
içlerine bakarak konuşur.
“İşte bunu demem Paşam” dedi.
“Ağzıma ataş doldur, işte bunu de-
mem!” der.
Atatürk gülmeye başlar: “Zorlata-
cak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor.
Mustafa Kemal Paşa Atatürk’ümüzün
yüzünü görmek için, Peygamber
gücü gerek demiştin, yanılmıyorsam.
‘Görsem de, işinden gücünden, yiyip
içmekten başını kaldıracak da bizim
öküzün arkasından mı seğirtecek’
demiştin.” der.
Halil Ağa’nın gözlerinden yaşlar
inmeye başlar. Taş kesilmiş, duruyor.
Atatürk konuşmasını içtenlikle
sürdürür: “Atatürk de işi içkiye vur-
muş, sarhoşun biri demeye getirdin
ya fazla üstelemeyeyim” der.
“Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa...
Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu
anlatmak içindi: Şu gördüğün altı
bay hükümet... Yani, biri Başbakan,
ötekiler de Bakan! Memlekete göz
kulak olacak, işleri evirip çevirecek-
ler diye bu makama getirilmişler.
Bir kanun gerekti mi, bu baylar
hemen sıvanırlar, İsviçre’den mi
olur, İtalya’dan mı olur, Fransa’dan
mı, velhasıl neredense, bir kanun
buluştururlar, Türkçeye çevirtirler,
1...,2-3,4-5,6-7,8-9,10-11,12-13,14-15,16-17,18-19,20-21 24-25,26-27,28-29,30-31,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,...76
Powered by FlippingBook