Egeden 2. Sayı - page 24-25

22
23
sonra basıp imzayı gönderirler Büyük
Millet Meclisi’ne... Bu Millet Meclisi
dediğim, şu alt baştan senin yanına
kadar olan beyler. Kanun bunlara
gelir. Bunlar da ‘hükümet elbette
incelemiş, gerekeni düşünmüştür,
benim ayrıca zorlanmama gerek yok’
derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur
sana bir kanun!.. Ama sonra bir vergi
memuru gelir, vergi borcundan Halil
Ağa’nın öküzünü çeker, satar... Halil
Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir
yanda öküz, ırgalana ırgalana sürme-
ye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim
zorlaşırmış, kimin umurunda... Sonra
ben bunları görürüm, içim kan ağlar,
işitirim, tasalanırım! E, hakça söyle
bakalım şimdi Halil Ağa... Sen benim
yerimde olsan, efkâr dağıtmak için,
bunları bu beylerle konuşmak için
içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa
tutar, sana ‘sarhoş’ der...”
Halil Ağa’nın dili çözülmüştür:
“Öyle diyen yok haşa!.. Dinden çık-
mak gibidir... Buldun mu bunu, hacısı
da içer, hocası da içer...” der.
Atatürk sorar: “Peki sen de içer
misin?”
“Hiç bulunur da içilmez olur mu,
Paşam?.. İçeriz ki, tıpkı şerbet gibi!..”
Atatürk hizmet edenlere işaret
eder, kadehleri doldurtur. Kendi
kadehini Halil Ağa’ya uzatır: “Hadi
bakalım Halil Ağa sağlığına içelim.”
der. Halil Ağa, “Koca Allah, benim
ömrümden de sana pay düşürsün
Paşam, sağlık düşürsün” dedikten
sonra, edeple başını kenara çevirir,
eline verilen kadehi bir yudumda
boşaltıverir. Yüzü kızarmış, gözleri
parlar. Ellerini dizlerinin üzerine
koyarak Atatürk’e döner: “Yunan’ı
denize döktün Paşam, bayrağımızı
başucumuza diktin. Benim gibi bir
köylü parçasını sofrana alıp içirdin,
sana duaya bilem dilim dönmez
ki... Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh
paşam, ayağını öpem...” der.
Halil Ağa Atatürk’ün ayağını
öpmek için davranınca, Atatürk onu
sıkıca tutar ve bu hareketi yapmasını
önler. Halil Ağa bu kez, Atatürk’ün
ellerine sarılır, ellerini öpmeye başlar:
“Bayrağımız gibi sen de başımızdan
eksik olma inşallah! Sana her kim
düşman ise, onun yeri senin ayağı-
nın altı olsun!.. Gayri bana izin, koca
Paşam!..” der.
“Yemek yemedin!..”
“Yemek kolay... Meraklanır çocuk-
B
ir Egeli köşemizin bu
sayıdaki konuğu Ege
Üniversitesi’nin değerli
mezunlarından biri olan, İzmir Ticaret
Odası Meclis Başkanı ve İzmir Kalkın-
ma Ajansı-Kalkınma Kurulu Başkanı
Necip Kalkan. Toplantıdan toplantıya,
açılıştan açılışa hiç şikayet etmeden
koşturan, hatta bu temponun ve iyi
niyetinin kendini genç tuttuğuna
inanan Kalkan ile İTO’daki makam
odasında bir söyleşi gerçekleştirdik.
1974 yılında Ege üniversitesi Tekstil
Mühendisliği Bölümü’nü iyi bir dere-
ce ile bitirdiğinizi biliyoruz. Biraz o
yıllardan bahseder misiniz?
Aslında gönlümde yatan tekstil
mühendisliği değil,elektrik mühen-
disliğiydi. Elektrik mühendisi olmak
için üniversite sınavına girdim ve
Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Elektrik
bölümünü kazandım. Fakat o zaman-
lar hiç unutmuyorum, arkadaşım
Nazım Karaçalı ile İstanbul’a gitmek
üzere karar verdik. O zamanlar yol pa-
Necip Kalkan:
“Ege mezunuyum”
diye iftihar ediyorum
rası 16 lira. Ailemde yok, bende yok,
kimsede yok... Sonuçta 16 lira bulup
kayıt olamadık. O zamanlar Tekstil
Mühendisliği Fakültesi’nin sınavları
ayrıydı. Teknik resim, matematik,
fizikten imtihana girdim ve birinci-
likle kazandım. Sanayi odasından
burs alarak tekstil mühendisi oldum.
Bugün bana sorsan “Necip tekstil mü-
hendisi olmandan memnun musun”
diye “memnunum” derim. Ama tekrar
sorarsan ne olmak istersin diye 15-16
yaşımdaki idealimi gerçekleştirmek
istediğimi söylerim.
“Eğlence zamanı eğlence,
ders zamanı ders.”
Üniversite yıllarınızdaki yaşamınız-
da sosyal bir öğrenci miydiniz?
Okuldaki sosyal hayatın her parça-
sında biz vardık. Tabii bizim üniversi-
teyi bitirdiğimizde inanılmaz aktif bir
hayatımız vardı. Hem spor hem sosyal
konularda hep ön plandaydım. Ben
olmadan olmuyordu yani. Zaten okul
döneminde güreşçiydim. O zaman
kırmış olduğum bir Türkiye rekorum
vardı, 4 defa da üniversiteler arası
müsabakalarda şampiyon oldum,
İzmir birincisi oldum, çok aktif bir
hayatım vardı. Ege Üniversite’sini tüm
Türkiye’de temsil ettim, milli takım
kamplarına katıldım. Çok hızlı, seri,
çok aktif bir hayat vardı o zamanlar-
da.
Bizim arkadaşlarımızın bilmediği
bir şey var: Şapla şeker karışmaz. Şap
zamanı şapla uğraşacaksın, şeker
zamanı şekerle uğraşacaksın. Ben
derste devamsızlık yapmazdım, dersi
derste dinlerdim. Sınav dönemi 2 ay
boyunca benden iyi ders çalışan ol-
mazdı. O zamanlar ben, İlhami Ulutus,
Remzi Sever ders çalışırdık. Saat gece
1-2 gibi bunlar yorulur uyurdu, ben
ezana kadar ders çalışırdım. O kadar
çok çalışıyordum ki kitabı arkadaşla-
rıma verip istediği yerden sormasını
istiyordum. Eğlence zamanı eğlence,
“Bir Egeli” köşemizin bu sayıdaki konuğu Ege
Üniversitesi’nin değerli mezunlarından biri
olan, İzmir Ticaret Odası Meclis Başkanı ve İzmir
Kalkınma Ajansı-Kalkınma Kurulu Başkanı
Necip Kalkan. Toplantıdan toplantıya,
açılıştan açılışa hiç şikayet etmeden
koşturan, hatta bu temponun ve iyi ni-
yetinin kendini genç tuttuğuna inanan
Kalkan ile İTO’daki makam odasında
bir söyleşi gerçekleştirdik.
SÖYLEŞİ:
FOTOĞRAF:
lar, ben köyüme döneyim.” der.
Atatürk Nuri Conker’e işaret eder.
Conker kalkıp Halil Ağa’nın yanına
gelir, Halil Ağa kalkar, önce Atatürk’ü,
sonra sofradakileri selamlayıp kapıya
doğru edeple geri geri çekilir. Kapı
kapandığı zaman Atatürk sofradaki
öteki konuklarına döner:
“Efendimizin halini gördünüz mü
beyler? Devlet size böyle davransa,
siz ne yaparsınız? Mübarek millet
bu, adam millet bu... Şimdi bu adam
milletin karşısında ‘adam olmak,’ bize
düşüyor!..” der.
Sofrada kesin bir
sessizlik vardır. Kimse
gözlerini Atatürk’ten
ayıramıyor: “Halil
Ağa’nın öküzünü satıp,
üretimini aksatan kanu-
nu ya biz yaptık ya da
bizim yaptığımız kanun
yanlış yorumlanarak
Halil Ağa’nın öküzünü
satıyor. İkisi de bence
birbirinden farksız...
Böyle bir kanun yaptık-
sa, memleket çıkarlarına
aykırıdır. Nasıl yaparız,
nasıl yapmışız bunu?
Eğer yaptığımız kanun doğru da, yo-
rumlaması yanlış oluyorsa, o zaman
sormak lazım. Hükümet nasıl bir yö-
netim içindedir? Sonra unutmayın ki,
olay İstanbul’da geçiyor. Bunun Van’ı
var, Bitlis’i var, kıyı bucak ilçesi var;
acaba oralarda neler oluyor? Bu çark
iyi dönmüyor beyefendiler!..” der.
Atatürk ve Halil Ağa hikâyesi...
Zaman zaman kaybettiğimiz, sahip
çıkamadığımız, hayatımızda fazla
yer veremediğimiz ama milletimizin
özünde var olan ve asla kaybolup
gitmeyecek değerlerimizin varlığını
hatırlatan bir anı olmanın ötesinde;
sağduyulu, anlayışlı, fedakâr, çalışkan,
mütevazı, emeğe saygı gösteren,
şefkatli ve erdemli yöneticilerle ancak
cumhuriyet idaresinin gerçek anla-
mını bulacağını göstermiş olmasıdır.
Yarınlara umutla bakmak istiyorsak
eğer, Cumhuriyetimizi Atatürk dö-
nemindeki “berraklık” ile yaşamamız
gerekir aksi takdirde...
Neyzen Tevfik’in dizelerinde:
Kime sordumsa seni
doğru cevap vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız,
kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için,
partiye ettim telefon:
Bizdeki kayda göre,
simdi o mebus dediler!..
Şeklinde ifadesini bulan son dönem
Osmanlı yönetim anlayışının giderek
günümüz Türkiye’sine de hâkim olma-
sı kaçınılmaz olur...
Demet ALTUNTAŞ
Bora ASLAN
1...,4-5,6-7,8-9,10-11,12-13,14-15,16-17,18-19,20-21,22-23 26-27,28-29,30-31,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,...76
Powered by FlippingBook