Egeden 8. Sayı - page 74-75

73
72
BAHAR 2011
önceliği her zaman eğitim ve bilimsel
araştırmalara vermeliyiz. Bu konula-
rın arkasından hasta bakımı geliyor.
Merkezimizde bu yapıyı sağlamaya
yönelik çalışmalar yürütülecek. TC
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Daire
Başkanlığı ile birlikte Türkiye’deki pal-
yatif bakım organizasyonun yerleşti-
rilmesi, tüm Türkiye’de yaygınlaştırıl-
ması, burada hizmet verecek ekiplerin
ve doktorların ve diğer sağlık perso-
nelinin eğitilmesi için ortak çalışma
yürütüyoruz. Şu anda neredeyse
bütün Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’na
yardımcı olacağız. Tabii bunu Sağlık
Bakanlığı organize ediyor. Biz ise
onlara destek veriyoruz. Bakanlık
ile koordineli bir çalışma yapıyoruz.
Avrupa Birliği müsedebatı insan
hakları ileri düzey ülkelerin yasaları ve
gereklilikleri nedeniyle bu uygulama
Türkiye’de olmak zorunda. Bunu yap-
maya mecburuz, yapacağız; başka ça-
remiz yok. Çünkü palyatif bakım insan
olmaktan doğan bir hak. Bu, doğal ve
hiç kimseye hayır diyemeyeceğiniz bir
şey. Devletseniz, sağlık bakanlığıysa-
nız ya da sosyal güvenlik kuruluşuysa-
nız bu hizmeti otomatikman vermek
zorundasınız. Bunların olabilmesi için
öncelikle sağlık sisteminizin iyi işlerlik
kazanmış olması gerekiyor. Ki son 10
yıldaki gelişmelerle sağlık sisteminde
giderek artan bir iyileşme söz konusu.
Bunun sonucunda artık bu tür hiz-
metleri de verme konusunda çabamız
var. Harekete geçtik. Oluşturmaya
çalışacağız.
Geç olsa da bir farkındalık var
diyebilir miyiz? Bunları konuşuyor
olmamız bile önemli?
Evet farkındalık var. Ve bunları
konuşuyor olmamız çok önemli. Yani
bundan 10 yıl önce siz bunu konuş-
saydınız size gülerlerdi. Hayalperest
olduğunuzu düşünürlerdi. Yani biz
bunu 15 yıldır konuşuyoruz belki ama
daha önce hayal olarak düşünülen
şeyler şu anda pratiğe geçebilecek
düzeye geldi. Bu çok güzel bir şey.
Merkez sadece yatalak hastalar için
mi hizmet verecek?
Son dönemde ülke nüfusunun ve
İzmir’in bazı bölgelerinde yaşlı nüfus
oranının giderek arttığı belirtiliyor...
Kronik hastalığı olan herkes için hiz-
met verilecek. Hastaların illa ölümcül
bir hastalığa yakalanması gerekmiyor.
Bakıma ve desteğe ihtiyacı olan her-
kesten bahsediyoruz. Bu, çocuk ,genç
veya yaşlı olabilir.
Ya engelliler?
Engelli de olabilir. Hani bu şekilde
herkese bakacağız anlamına gelmi-
yor. Tabii seçici olmak zorundayız.
Herkese bakacağız dersek bunu
karşılama imkanımız yok. Bu kadar
personel bulmak şu an için çok zor.
Bu girişimi şu an için bir kıvılcım ola-
rak düşünün. Ama bu kıvılcım olmak
zorunda. Bu sesler gelişecek. Bunu
devlet yapacak. Ve her hastanenin
kendi bölgesinde aynı 112 sistemi
gibi ambulanslar oluşturulacak. Tıpkı
ambulanslar gibi herkesin bir istasyo-
nu ve belli bir bölgesi olacak. Sağlık
ekipleri kurulacak. Lazım olduğunda
veya belli bir program dahilinde gidi-
lerek hastaya bakım hizmeti verilecek.
Bu yapılmak zorunda.
Bahsettiklerinizi sağlık alanında
gerçekleştirilen bir reform olarak da
nitelendirebilir miyiz?
Tabii ki de diyebiliriz. Büyük dev-
letsen, sosyal bir devletsen bunu ya-
pacaksın. Türkiye isen bu organizas-
yonu gerçekleştireceksin. Bu projenin
finansmanını ve ekibini hazırlayacak-
sın. Onlara gerekli eğitimleri vererek
bu hizmeti sağlayacaksın. Ki biz şu
anda bu hizmeti kendi çapımızda
yapıyoruz. Yapmaya başlıyoruz. Ayrıca
TC Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş
Daire Başkanlığı ile de tüm Türkiye’ye
yaygınlaştırma konusunda işbirliği
yaparak onlara destek oluyoruz. Bu
Türkiye’deki bir üniversitede ilk defa
kurulan bir merkez olacak. Şu an için
ülkemizde böyle bir merkez de yok.
Ege Üniversitesi’nde bu çalışmayı
kaç kişilik bir ekip yürütüyor?
Şu anda 10 kişilik bir ekip yürü-
tüyor. Bu hastaların ihtiyaçları tek
bir hekim tarafından çözülebilecek
ihtiyaçlar değil. Yani ekipte psikiyat-
rist, beslenme uzmanı, ağrı uzmanı,
fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı,
genel cerrah, çocuk hastalıkları uz-
manı, onkoloji ve dahiliye uzmanları,
pratisyen hekimler, hemşireler, sağlık
memurları var. Yani bu bir hekimin
tek başına yapabileceği bir uygulama
değil. Bu hizmet, ekip çalışmasını
ve eğitimi gerektiren bir organizas-
yon. Bir futbol takımı gibi hazırlık ve
antrenman gerektiren bir durum. Eği-
timler yapılacak, taktikler öğretilecek,
ondan sonra sahaya çıkılacak.
Peki bir sene içerisinde ulaşmayı
planladığınız hasta sayısı nedir?
Böyle bir hedefiniz var mı?
Öncelikle yatan hasta sayımıza
bakmamız gerekiyor. Bornova’yı pilot
bölge olarak düşünüyoruz. Yani 1000
kişi kadar olabilir. Gücümüz doğ-
rultusunda küçük çapta başlamak
zorundayız. Zaten belli bir tecrübeye
eriştikten sonra ekipler ekipleri eği-
tirler. Yani ben burada organizasyonu
gerçekleştirdikten sonra Bornova’da
bulunan bir başka hastaneyi eğitece-
ğim. Onlar bir çevre oluşturacak. İzmir
Devlet Hastanesi, Karşıyaka Devlet
Hastanesi, Bayraklı Hastanesi, aile he-
kimleri de eğitilecek. Bu işin içerisinde
aile hekimleri de var.
B
irçok yazımda bilim ve matematiği
bir kültür olarak incelemeye çalıştım.
Kültürel bir sürece ait eserler olduklarını
öne sürdüm. Araştırmalarım, bilim ve matema-
tiğin değerlerden bağımsız olduğunu savunan
görüşlerin eleştirel çözümlenmesine yönelik oldu.
Toplumsal yaşamımızda öylesine kalıplar vardır ki,
bizi kapsayan kültürel atmosferin dışında görürüz
onları. Bilim ve matematik de onlardan sadece ikisi.
İki sağlam ezber. Bunun yanında niceleri kültürel
örgünün renklerini oluşturmaya devam eder. Ör-
neğin, kıskançlık olgusuna bir göz atalım. Dirençli
bir ezber. İçimizde kıpır kıpır. Farklı maskelerle, onu
ortalığa çıkarmakta oldukça başarılıdır insan türü.
Kıskançlık tipik bir kalıptır. İki kutup arasında
kalıcı bir yere sahiptir. Kutuplardan birisi, erdemsel
yöndür. Kıskançlığın olumsuz yönleri sergilenir
bu bölümde. Kıskançlık süreklilik arzeder. Bu
sürekliliği yeniden üretmenin yolu, geçici olarak
olumsuzlanmasıdır. Aynı zamanda kıskançlığın
tahrip gücünü dengelemek ve zararlarını en aza
indirmek için de devrededir bu kutup. Örne-
ğin, bir ailede iki kardeş arasındaki aleni çıkar
çatışmasından doğacak kıskançlık asitinin dozunu
ayarlamak gibi. Ayıplanır kıskançlık. Daha açık bir
deyişle baskılanır. Erdemlerle üstü örtülür. Öteki
kutup ise, ortak bir kıskançlık duygusunu savunan
ve kıskançlığı olumlayan bölmedir. Hep birlikte
kıskanabilmek için tahsis edilmiş uygun bir oyun
alanıdır burası. Bu bölümde kıskanmak“serbest-
tir.”Mesela, yüceltilen bir değer olan“sevgi”yi
destekleyen bir konumdadır kıskançlık.“Seven
insan kıskanır...”sözü çok vecizdir. Benzerleri çoktur.
“Sana kıskançlıkla bağlıyım...”sözü gibi. Böylece
kıskançlık, olumlu bir havada cereyan eden bir
kemirme sürecine işaret eder. Kıskanılmak istemek
öne çıkar. Kıskanılmayan bir“sevgili”kara kara
düşünmeye başlar. Ne hoş...
Kıskançlık kültürel bir süreçte insanı kuşatır.
O birey, bunun farkında değildir. Kendisine yaban-
cılaşmıştır. Sevgililik aidiyetinin kurallarını, doğal
zannederek. Doğasına uzak düşmüştür. Kıskançlık
kemirgen bir asit gibi insanı yaşamdan düşürürken,
tutsaklığın erdemine sarılır. Bu asit yağmurundan
kurtulmanın yolu aranmaz. Devreye başka bir
yön girer. Kıskanan birey, çektiği acıyı bir kültürel
devinim olarak algılamaz. Bunun nedeni olarak
kıskandığı ötekini suçlar. Suçlu arar. Böylece hesap
sormak gündeme gelir. Ne garip bir tecelli değil
mi? İki sevgili, doğal olanın manyetik çekiminde
uzanan ellerini romansın melodilerinde ve arzunun
şiirlerinde birleştirecekleri anda, kıskançlık ani bir
dalış yapar araya. Uzanan ellerin habersizliğinde,
sahiplenme duygularının taşıdığı kemirici asit,
kıskançlığı bir kurum olarak ruhumuza geçirir. Baş-
layan şarkının adı, dayanaksız sözler ve kurgulardır.
Nam-ı diğer, spekülasyonlardır. Artık bundan son-
raki hikayeler hepinizin malumudur... Empati ne
mümkün? Sevmek, karşısındakini borçlu kılıyorsa
kıskançlık endamının arzındadır. Sahiplenme, bu
asitin bir tezahürüdür. Ya da tersi...
Kıskançlık kurumsaldır toplumsal yaşamı-
mızda. Örgütlü bir duyguya işaret eder. Kurumsal
olduğu içindir ki, kültürel bir bileşendir. İlginç bir
özelliği, kıskançlık duygusunu yaşamakta olan bire-
yin bunu yadsımasıdır. Yadsımak, sade bir“kıskan-
mıyorum”demeye tekabül etmez. Kıskanmayı haklı
gösterecek gerekçeler yapılanmaya başlar. Örneğin,
rekabete dayalı bir öğretim dizgesinde öğrencilerin
birbirinden defter, kitap ve ders notlarını saklaması
gibi. Kıskançlık bir duyguya indirgenemez. Bir
süreçtir. Ortam koşullarınca belirlenir. Kurumsaldır,
kültüreldir. Yaşama ilişkindir. Eğer ölçme ve de-
ğerlendirmede rekabeti destekleyen öğeler varsa,
her öğrenci yarışta öne çıkmak için bencilleşir.
Kıskanmak, o koşullarda olumlanır. Geçerli bir
boyut olur. Bir de, işbirliksel öğrenimde bilginin
birlikte üretildiği bir ortama bakalım. Bu koşullarda
ortaya çıkan kıskançlık nitel ve nicel olarak farklıdır.
İlkinde savunulabilirken, ikincisinde savunulamaz.
Hangi durumun daha iyi, güzel ve uygun olduğunu
tartışmıyorum. Kıskançlığın kültürel süreçlerde
belirlendiğinin altını çiziyorum.
Kıskançlık en çok yaşadığımız, ancak en çok
da sakladığımızı sandığımız bir olgudur. Herkes
sakladığını sandığı için bunu konuşmaz. Ne
estetik değil mi? Kendi kendimizi aldatıp dururuz
oracıklarda. Böylece ezberler tartışılmaz. Daha da
güçlenirler. Sonra da, teknolojinin çirkin yüzündeki
asit yağmurları gibi ruhumuz da bu metafordan
nasibini alır.
Narsizm ve Kıskançlık
Kıskacı
Kıskaç sözcüğünü kullanarak dolaysız bir
olumsuzluğu ifade etmiyorum. Bir olguyu ya da
olguları, olumlu-olumsuz kısır döngüsünde izah
etmek olanaksız. Doğru-yanlış, güzel-çirkin, iyi-kö-
tü gibi ikilemler arasında darallar yaşadığımız gibi.
Kıskaç sözcüğü, karşılıklı ve sağlam bir etkileşime
işaret etmekte. Birbirini besleyen bir duygu
karmaşası. Mükemmel bir ezber. Günlük yaşamda,
elbette ekonomik ve var kalma uğraşları öne çıkar.
Bunları yadsımak mümkün değil. Ayrıca, gündemi
oluşturan siyasal örgüler de zihnimizi haklı olarak
epeyce işgal eder. Kıskançlık gibi konular gündemin
arka sayfasında kalmış gibi olur. Ancak, ruhsal
Psikanalitik Denemeler...
Prof. Dr. Beno KURYEL
Ege Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi
Kimya Mühendisliği Bölümü
1...,54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67,68-69,70-71,72-73 76-77,78-79,80-81,82-83,84-85,86-87,88
Powered by FlippingBook