Egeden 8. Sayı - page 62-63

61
60
BAHAR 2011
lıcan, tütün gibi birçok bitki Anadolu’ya
Amerika’dan geldi. Domatesin gelişinin
üzerinden henüz 100 yıl geçti. Patlı-
can ve biberin ise 300 yıl önce geldiği
tahmin ediliyor. Diğer yandan on bin yıl
önce Anadolu’da geliştirilen buğday bu-
radan bütün dünyaya yayıldı. Kim bun-
ların üzerinde hak iddia edebilir? Bunlar
bütün bir insanlığa aittir. Bizim yapaca-
ğımız yerel tohumların kaybolmadan
üretilmesi ve gelişmesini sağlamaktır.
Yerel tohumlarımızın kaydının devletin
yanında çeşitli düzeylerde ve özellikle
çiftçi ve çevre örgütleri elinde tutulması
son derece önemlidir. Bunların olabildi-
ğince özellikleri kaydedilmeli, yapılabil-
diği ölçüde gen haritaları çıkarılmalıdır.
Bunlarla yapılan yemekler kitaplara vb.
geçirilmelidir. Yoksa bunların çalınması
ve patentlenmesi işten bile değildir.
Dört yıl önce çıkarılan tohum
kanunu ise durumu daha da kötüye
götürüyor. Yerel tohumlar bu yasa ile
adeta uyuşturucu madde gibi yasa dışı
ilan edildi desek yanlış olmaz. Türkiye’de
31.10.2006’da TBMM’den geçerek
kanunlaşan 5553 sayılı Tohumculuk Ka-
nunu köy ekotipleri, köy popülasyonları
şeklinde tanımlanan genetik materyalin
ticaretini yasaklamaktadır. Kanunun 5.
maddesi “Bakanlık tarafından, bitkisel ve
tarımsal özellikleri belirlenerek, sadece
kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumluk-
ların üretimine izin verilir.” 7. Maddesi ise
“yurt içinde sadece kayıt altına alınmış
çeşitlere ait tohumlukların ticaretine
izin verilir”demektedir. Kanunda “tescil”
şöyle tanımlanmaktadır: “Tescil: Yurt için-
de veya yurt dışında ıslah edilen veya
bulunan ve geliştirilen bitki çeşitlerinin
farklı, yeknesak ve durulmuş olduğunun
ve/veya biyolojik ve teknolojik özellikleri
ile hastalık ve zararlılara dayanıklılığının
ve tarımsal değerlerinin tespit edilerek
kütüğe kaydedilmesidir”. Durulmuşluk
ise çeşidin, tekrarlanan üretimlerden
sonra veya belirli çoğaltım dönemleri
sonunda ilgili özellikleri değişmeksizin
aynı kalmasıdır. Farklılık: Bir çeşidin,
müracaatının yapıldığı tarihte herkesçe
bilinen çeşitlerden, tescile esas özel-
liklerden, en az bir tanesi bakımından
farklılık göstermesini tanımlamaktadır.
Köy popülâsyonları, köy ekotipleri ise
mutlaka farklı, durulmuş veya yeknesak
olmak zorunda değildir. Genetik açıdan
varyasyon (farklılaşma) bulunmaktadır
ve bu aslında iyidir. Örneğin Torbalı dağ
köylerinde ilginç bir patlıcan görüyoruz.
Aynı tarlada üretilen patlıcanların hiç
biri diğerine benzemiyor. Renkleri sarı,
mor, beyaz, siyah olabiliyor. Kimi uzun,
kimi kısa olabiliyor. Bu farklılıklar bizim
için çok iyi iken, tohumu metalaştır-
mak isteyenler, bu özellikleri bu yerel
tohumlukların tohum olarak satılmama-
ları için gerekçe olarak kullanabilecektir.
Her şeyi bu arada tohumu metalaştır-
maya çalışan bu işleyiş aslında üretici
ve tüketicisiyle milyonlarca insanın
çıkarlarına aykırı hareket edebilmektedir.
Yerel tohumların bu özellikleri biyoçe-
şitlilik açısından zenginliklerini ortaya
koymaktadır. Aynı tarladaki bitkilerin
ve ürünlerin arasındaki farklılıklar iklim,
zararlı ve hastalıklardaki değişimlere
tohumun uyumunu kolaylaştırmakta-
dır. Evrim ile tohum yaşamaya, ba-
şarılı olmaya devam edebilmektedir.
Şirketlerin tohum çeşitleri ise sık sık
başarısız olmakta, yaşayabilmeleri için;
kimyasallara, suya ve ağır makinelere
ihtiyaç duymaktadırlar. Tohum Kanunu
genetik kaynaklardan elde edilen yerel
tohumların çiftçiler arasında değişimine
açık olmakla birlikte ticaretine yasak
getirmektedir. Benzer özellikler birçok
diğer ülke yasasında da bulunmaktadır.
Bu yasalarla ulusötesi tohum şirketleri
hegemonyalarını pekiştirecek yeni bir
güç kazanmış olmaktadırlar.
Yerel tohumlardan üretilen ürünler
daha çok besleyicidir. Hiç kimyasal ilaç
ve gübre kullanılmadan yetiştirilebil-
mektedir. Daha az su ile veya sulamadan
da yetiştirilebilenleri vardır. Küresel iklim
değişikliğine karşı kurtarıcı olabilecek-
lerdir. Bitki ıslahçısı bilim insanları ve
köylüler el ele katılımcı ıslah yaklaşımı
(participatoy breeding) ile kimsenin malı
olmayan özgür tohumlar geliştirebilirler.
ABD’de yapılan bir araştırma ile
1950–1999 yılları arasındaki 50 yıllık süre
içinde 43 sebze ve meyvede 13 besin
maddesinin değerlerindeki değişimler
iyisiyle kötüsüyle uygarlık denilen süre-
ci başlatan büyük buluş başlamış oldu.
(Madele, 2002,1) Modern buğdayların
atası olan ve ülkemizde kaplıca olarak
bilinen (T. monococcum) einkorn hâlâ
dağlık bölgelerde yetiştirilmektedir.
On bin yıl önceki genetik materyalden
bugünkü çeşitlere geçişte o günler-
den bugüne gelmiş geçmiş çiftçilerin
yaptığı seçilimin önemi inkâr edilemez.
Bu uzun konuya sadece buğdaydan ve
sadece bir özellik için bir örnek verelim.
Tarım devrimi başında, aslında yabancı
ot olan buğdayın ataları olgunlaşınca
başakları çatlayarak tohumlarını yere
saçıyordu. Bu şüphesiz hasadı olanak-
sızlaştırıyordu. Çiftçiler bu başaklar
arasında çatlayıp tohumlarını saçmayan-
ları seçmek suretiyle on bin yıl süren bir
ıslah sürecini başlatmış oldular. Bütün
bu buğday, arpa, çeltik ve diğer bitkiler
binlerce yıllık bu tarım devrimi içinde to-
humun içine yataklanmış olan büyük ve
zengin çiftçi bilgisini temsil etmektedir.
Modern bitki ıslahçıları bunu bazen unu-
turlar ve kendilerini yeniliklerin ve fikri
mülkiyetin tek kaynağı olarak görürler.
1960 sonrası yeşil devrim diye ad-
landırılan süreçte çiftçiler tohumlar üze-
rindeki güçlerini kaybetmeye başladılar.
Daha sonra büyük ulusötesi firmalar
tohumlar üzerindeki hegemonyalarını
arttırdılar. Bu sürecin ekolojik, ekonomik
ve sosyal maliyetinin hayli ağır olduğu
anlaşılmaya başlamıştır.
Dünya tohum ticaretinde büyük bir
tekelleşme eğilimi görülmektedir. Önde
gelen on tohum firmasının dünya ticari
tohum pazarındaki payı %57 olmuştur.
İlk firmanın payı yaklaşık beşte birdir. Bu
firma aynı zamanda GDO’lu tohum da
üretmektedir. Bu firmaların çoğu aynı
zamanda tarım kimyasalları veya ilaçları
dediğimiz herbisit (ot öldürücü), fungisit
(mantar öldürücü), insektisit (böcek
öldürücü) üreticileri ve satıcılarıdır. Tarım
kimyasalları üretiminde ise on firmanın
payının %84 olduğu görülmektedir.
Tohum firmalarından ilk onda yer alan
firmaların dördü aynı zamanda tarım
kimyasalları üreten ilk on firma arasında-
dır. Tohum piyasası tekeller ile büyüme
eğilimi göstermesinin yanında, tarım
kimyasalları ve GDO araçlarının birlikte
kullanılması firmalara bir çarpan etkisi
de kazandırabilmektedir. Firmaların
tohum çeşitlerinin ancak kimyasal ilaç
ve gübrelerle yetiştirilebilecek özellikte
ıslah edilmeleri çiftçileri tarım ilaçlarını
almaya zorlamaktadır. GDO’lu tohumlar
bu firmalara daha da üstün yeni bir güç
kazandırmaktadır. Örneğin GDO yön-
temleriyle herbisite dayanıklı bir mısır
çeşidi geliştirilmektedir. Ancak kullanıla-
cak herbisit firmanın marka herbisitidir.
Dolayısıyla tohum ve herbisit beraberce
pazarlanmakta, birbirlerinin satışını
arttırmaktadır.
Ulusötesi bu dev firmalar böylece
tohum, tarım kimyasalları ve GDO’yu
birlikte kullanarak tarım alanında tarihin
tanık olmadığı bir hegemonyaya doğru
gitmektedirler. Ancak bu başarılarının
sağlamlaşması için tarım politikalarını ve
yasaları da (tohum yasası bunlardan biri)
istedikleri yönde oluşturmaya çalışmak-
tadırlar.
Bütün dünyada yerel tohumlar
kaybolmaktadır. ABD’de birçok sebze
tohumu çeşidi yüzde 95’lere kadar varan
oranlarda yeryüzünden silinmiştir. Ge-
riye şirket tohumları kalıyor. Genellikle
yerel tohumlar dağ köylerinde kalmıştır.
Ova köyleri endüstriyel tarıma ve şirket
tohumlarına epeyce teslim olmuştur.
Şüphesiz şirket tohumlarının yayılmasını
açıklayan birçok neden var. Ancak şirket
tohumları ile yapılan endüstriyel tarımın
(kimyasal tarım ilaçları ve kimyasal
gübrelerle yapılan tarım) geleceği yok.
Topraklar kirleniyor, kanser ve diğer
hastalıklar insanları sapır sapır döküyor.
Diğer yandan küresel iklim değişikliği
yerel tohumları her bakımdan üstün
hale getirebilir. Çünkü yerel tohumlar
iklim değişikliklerine daha çabuk uyum
gösterebiliyor. Bu tohumları da genel-
likle yaşlı kadınların sakladığı görülüyor.
Bunlardan biri öldüğünde bütün tohum
sandığının çöpe dökülmesi işten bile
değil. Bu nedenle yerel tohumların kay-
bolmalarını önlemek için zamanımız da-
ralıyor. Şirketler tohumlara sahip çıkıyor.
Patent bunlardan biridir. Hâlbuki “yaşam
patentlenemez”. Patent, tohum çeşitleri-
ni, yani yaşamı metalaştırmak demektir.
Bu tohumları para ile satmaktan farklı
bir şeydir. Birileri çoğalttıkları tohumları
satabilirler. Patentte ise şirketler belli
bir çeşit üzerinde fikri mülkiyet hakkı
istiyorlar. O tohum çeşidi onların oluyor.
Sanayiden örnek verelim. Bir şirket
diyelim ilk kez faks makinesi geliştirdi.
Bu makine daha önce yoktu. Şirket bu
makine üzerinde fikri mülkiyet hakkı id-
dia edebiliyor. Bunu bir dereceye kadar
anlayabiliyoruz. Bir parantez açalım. Bu
görüş bile eleştiriliyor. Faks makinesini
geliştirmek için mutlaka başka bilgilere
ihtiyaç var. Bu bilgileri üretenler bunlara
karşı hiçbir bedel talep etmiyorlar. Ayrıca
bu fikri mülkiyet hakları tüm insanlığın
çıkarlarına aykırı olabiliyor. Aids ilaçları-
nın patentlenmesi ile ilgili tartışmaları
hatırlayın. Tekrar konumuza dönersek,
hayata ait olan on bin yıldır binlerce
kuşak köylü tarafından geliştirilmiş
tohum çeşitlerini ele alarak, ona birkaç
gen sokarak veya çıkararak nasıl şirketler
bu tohum çeşitleri ve genleri üzerinde
fikri mülkiyet hakkı (yani patent) iddia
edebiliyorlar? Bunun anlamı hayatın
yağmalanmasıdır.
Büyük tohum devleri halen geliş-
mekte olan ülkelerin yerel tohumları
ile ülkelerin kamu kuruluşlarına ait gen
merkezlerindeki tohumlara istedikleri
gibi el koymuşlardır ve koymaya devam
etmektedirler. Buna biyokorsanlık diyo-
ruz. Bir ABD firması Hindistan’ın basmati
çeşidi pirincine el koyarak kendi adına
patent çıkartmıştır.
Köy çeşitleri, köy popülâsyonları,
köy ekotipleri bütün dünyada büyük
bir önem kazanmakta. Bunlara İngilizce
heirloom deniyor. Şirket tohumlarına
köylüler satın tohum demekte. Tohum
ve hayvanlar bütün bir insanlığa aittir.
İtiraz ettiğimiz şirketlerin bunlara sahip
çıkma çabalarıdır. Domates, biber, pat-
incelenmiştir. Besin değerleri düzey-
lerinde 1999’da 1950’ye göre düşme-
ler görülmüştür. Örneğin ıspanakta
askorbik asitte (C vitamini) düşme oranı
%52’dir. Soğanda ise bu düşme %28’dir.
Demir oranındaki düşüşler soğanda
%56, ıspanakta ise %10 olmuştur.
Araştırmacılar bitkilerin besin içeriklerin-
deki değişimleri aradan geçen bu süre
içinde çeşitlerdeki farklılık ile açıklamış-
lardır. Islah çalışmalarında verim artışı
sağlanırken besin maddelerinde düşüş
gerçekleşmektedir. Aynı şekilde büyüme
hızı ile zararlı ve hastalıklara dayanık-
lılık, verimle zararlı otlara dayanıklılık
arasında ters yönde ilişki vardır. Bu
nedenle endüstriyel çeşitlerle yapılan
tarım nerede ise kaçınılmaz olarak tarım
kimyasalları ile gerçekleştirilebilmekte,
endüstriyel tarımı güçlendirmektedir.
Araştırmacılar brokoli, patates vb. birçok
üründe değişik çeşitleri kullanarak aynı
koşullar altında yapılan denemelerde
antioksidanlarda görülen farklılıkların
çeşitlerden kaynaklandığını belirtmek-
tedirler.
TBMM 2006 yılında daha çok yaban-
cı büyük tohum şirketlerinin egemen-
liğini pekiştiren ve yerel tohumların
satışını yasaklayan tohumculuk yasasını
kabul etmişti. Anayasa Mahkemesinde
açılan dava dört yılı aşkın bir süreden
sonra 13 Ocak 2011’de karara bağlandı
ve 21 Ocak 2011 de Resmi Gazete’de
yayımlandı. Karar özet olarak, küçük bir
istisna ile başvurunun reddi anlamına
geliyor. Tohum kanunu değiştirilmelidir.
Yerel tohumların kaybolmaması için
tohum takası şenlikleri gibi etkinlikler
yapılmalıdır. Yerel düzeyde tohum ağları,
dernekleri kurulmalıdır. Yerel tohumlar-
dan kimyasal ilaç ve gübre olmaksızın
üretilen ürünler köy pazarlarında veya
tüketim kooperatiflerinde satılmalıdır.
Bunlara belediyeler öncülük yapmalıdır.
1...,42-43,44-45,46-47,48-49,50-51,52-53,54-55,56-57,58-59,60-61 64-65,66-67,68-69,70-71,72-73,74-75,76-77,78-79,80-81,82-83,...88
Powered by FlippingBook