Egeden 14. Sayı - page 48-49

47
46
YAZ 2012
etkileyen bir tipleme olur. 1961 yılında,
çok konuşmaktansa harekete geçilmesi
gerektiğini işaret ederek Türkiye Sinema
İşçileri Sendikası’nı kurar. 1962’de
bugün bir klasik olarak kabul edilen
Yılanların Öcü filmini çeker.
Bunu Acı Hayat takip eder. 1963
yılında çektiği Susuz Yaz ise bir yıl
sonra Berlin Film Festivali’nde, en
büyük ödül olan Altın Ayı’yı kaza-
narak, Türk Sineması’nın uluslara-
rası bir festivalde aldığı ilk ödülü
ülkemize getirir. Kadının erkeğin
mülkü gibi görülmesi, Susuz
Yaz’da, su mülkiyeti ile benzer-
leştirilir. “Nesneleştirilmiş kadın”a
çekilen dikkat, önceki filmle-
rinden Suçlular Aramızda’da da
seyircinin anlamlandırmasının
kolay olmadığı bir yöntemle ele
alınmıştır. Susuz Yaz’ın kazan-
dığı ödülden tam kırk yıl sonra
2004’te Fatih Akın, Duvara Karşı
ile ve kırk altı yıl sonra 2010’da
Semih Kaplanoğlu Bal ile Altın
Ayı ödülünü kazanmıştır.
Halit Refiğ, Ulusal Sinema Kavgası
kitabında Susuz Yaz filminin başarısı-
nın bir tesadüf değil, Metin Erksan’ın
Karanlık Dünya ile başlayan sinema
çalışmalarının doğal bir sonucu oldu-
ğunu söyler. Refiğ’e göre Erksan, Susuz
Yaz’da olduğu gibi diğer filmlerinde
de kendi karakterini yansıtır: “Metin
Erksan tutkulu bir kişidir. Memleketi-
ni tanımak, insanlarını anlatmak, iyi
sinema yapmak, saygı değer ve önemli
kişi olmak, kuvvetli bulunmak tutkusu
Erksan’ın yaşayışı ve bütün eserlerinde
şiddetle hissedilir. Erksan’ın tutkuları
eserlerindeki kişilerin tutkularıyla kay-
naşarak filimlerinin, başka hiçbir Türk
rejisörünün eserlerinde rastlanmayan, o
kendine has fırtınalı dünyasını meyda-
na getirmektedir.
Erksan büyük sanat
eseri yaratmak için
gereken ilk şartı
başarmış kendi
özel dünyası kur-
muştur”.
Kendi özel dün-
yasının yansıması,
Türk geleneksel
sanatları ile batılı
estetiği birarada
ustaca kullanması
ile ortaya konur.
1965 yılında çektiği
Sevmek Zamanı,
değişik eleştiri biçimlerinden yararlanı-
larak okuma gerçekleştirilebilecek bir
yapıya sahiptir. Metin Erksan’dan sadece
on bir gün sonra yaşamını kaybeden
ünlü sanatçı Müşfik Kenter’in canlan-
dırdığı Halil, fotoğrafına âşık olduğu
Meral’le (Sema Özcan) karşılaştığında,
onun aşkını istemez. “Ben senin resmine
aşığım”ünlü repliği ile Meral’i reddeder.
Filmde resmedilen aşk kavramı, kendini
alt sınıfta gören erkeğin, simgesel-top-
lumsal yapılanma-
daki konumundan
duyulan endişe ile
kadını reddetme-
sine dayanır. Halil,
Meral’in fiziksel
varlığını yadsımak-
tadır. Halil’in inkârı,
nesnel gerçeğin
ötesinde bir isteğe
yönelmiştir. “Hiç
değişmeden
kendisine bakan” fotoğraf ile özdeşleş-
me isteği, erkeğin hem çocukluğuna
dayanan arzularına, hem de toplumsal-
geçmiş düşüncesinde yer edinen daimi
olanın arayışına yönelik çözümleme
yapılmasına izin verir.
Halit Refiğ’e göre, “Susuz Yaz”
gücünü ispat etmek isteyen tutkulu
bir sinemacının kanun nizam tanımaz
volkanik bir eseriyse, Berlin’de “Altın
Ayı” kazandıktan sonra yapılan“Sev-
mek Zamanı”da bu emeline kavuşmuş
sanatçının fırtınadan sonraki durulması,
tutkusunun tefekkür haline gelişidir”. Bu
anlayış körü körüne bir bağlanışı değil,
geleneklerden ve insan psikolojisinin
derinliklerinden gücünü alan, evrensel
kültürle harmanlanmış katmanlardan
oluşur. Metin Erksan’ın psikoloji hatta
psikanaliz ile ilişkisi, yine bireysel ve
toplumsal olanın iç içe olduğunu
vurgulamaktan vazgeçmediği
şekilde, 1968 yılında çektiği Kuyu
filminde belki de en üst seviye-
sine çıkar. Kuyu, aynı zamanda,
yine toplumsal cinsiyet okuma-
ları açısından zengin bir yapılan-
maya sahiptir. Mülkiyetin çeşitli
hallerini filmlerinde ele alan ve
eleştiren Metin Erksan’ın Kuyu
filminde, kadının, bedenine her
türlü müdahalede bulunulması
ardından başkaldırışındaki çare-
sizlik ve hüzün, yürekleri burkar.
Kurtuluş Kayalı, yönetmen
üzerine yazdığı yazılarda sanat
tarihi-estetik eğitimi alan Metin
Erksan’ın sinemayı seçişinin
bilinçli bir tercih olduğunu söyler
ve sinema bilimindeki ‘auteur’
kuramının“sanki Metin Erksan
için üretilmiş”olduğunu savunur.
Metin Erksan da, Sinemayı Sanat Yapan-
lar belgeselinde ‘auteur’ kuramına atıfta
bulunur ve “Ben kamerayı bir kalem, bir
“stylo”gibi kullanmak isterim. Nasıl bir
yazar yaratıcı cümleler yazıyorsa kale-
miyle, ben de kamerayı bir kalem gibi
kullanarak, neyi anlat-
mak istiyorsam, kendime
neyi anlatmak istiyorsam,
onu, kamerayı bir kalem
gibi kullanarak anlatmak
isterim” açıklamasını
yapar. Kayalı’nın aktardı-
ğına göre, “Türk Sinema-
sına Düşünceyi Getirmek
Gerek”başlıklı yazısıyla,
sinemamızda düşünce,
kuram ve uygulama
eksiklikleri üzerine dü-
şünen ve yazan Erksan,
sinemadaki entelektüel
boşluk üzerine duydu-
ğu sıkıntıyı okurlarıyla
paylaşmıştır.
Metin Erksan’ın 1974
yılında çektiği Şeytan fil-
mi, fantastik Türk filmleri
arasından önemli bir yere
sahiptir. 1976’da çekilen
Fatma Girik’li Kadın Ham-
let ise Erksan’ın sinema
konusunda cesaretinin
önemli bir örneğine
dönüşür. Yönetmen, 1982’den sonra hiç
film çekmemiş ya da hiçbir televizyon
projesinde yer almamıştır. Bu durum,
Türk Sineması’nın en önemli yönetmen-
lerinden birinin, en çok verimli olabile-
ceği bir yaşta sinemadan uzaklaştığının
ve yeni filmlerinden otuz yıl boyunca
mahrum kaldığımızın ifadesidir.
Erksan’ın sinemadan uzaklaşmasının
nedeni, sinema sektöründe çok genç
yaşından itibaren yaşadığı sorunlar
ve kırgınlıklar mıdır? Daha ilk filminde
sansüre uğramış, hayatı boyunca san-
sürle uğraşmış, Susuz Yaz’ın yurt dışına
çıkarılmasına izin verilmemesiyle filmin
pazarlanmasında yaşanan talihsizlik-
lere tanık olmak zorunda kalmış, Türk
Sinema Şurası’nda eleştirmenlerin ve
ardından kurulan Sinematek’in uzun
yıllar devam eden olumsuz tavrına
direnmiş, belki de bu yok sayma daha
doğrusu küçük görme ortamında
“öfkesi” ile hayatta kalmış, ancak yine
de elli üç yaşında aktif film üretiminden
tamamen uzaklaşmıştır.
Bana, yazarlar, onu(n filmlerini)
eleştirirken, Erksan’ın entelektüelliğini,
sinema alanına yaptığı katkıları ve daha
iyisi için mücadele verdiğini gözardı
etmişler gibi gelir. Evet, Metin Erksan,
uzlaşılacak “kolay”bir insan olmamıştır.
Herkesle tartışan, uzlaşmayı sevmeyen,
kazandığı ilk büyük ödüle rağmen
“festival sonuçlarının kendisini pek
ilgilendirmediği”ni açıklayacak anla-
yışta olan biridir. Ancak, Yılanların Öcü
ile Kartaca Film Festivali’nde de büyük
ödülü ülkemize kazandırabilecekken,
çeşitli oyunlarla ödülü almasının engel-
lenmesine, sansür dışında Türkiye’de
“siyasal yetkenin Türk Sineması’na hiçbir
ilgi göstermemesinden” yakınmasına ve
sinemaya katkılarına rağmen hak ettiği
değeri görmemesine rağmen, sinema
sanatına ve memleketine inanmaktan
asla vazgeçmemiştir.
Yazıyı, Erksan’ın, 1995 yılında çekilen
Sinemayı Sanat Yapanlar belgeselin-
de, yeni yönetmenlerle ilgili soruya
verdiği “öfkeli” yanıtla bitirelim. Türk
Sineması’nın "auteur"
yönetmeni Metin
Erksan’ın bu ifadeleri,
sinemanın ne zor
bir zanaat olduğuna
dikkat çeker ve adeta
günümüzde daha
ilk filmlerinin başına
“Bir ...... filmi” yazarak
kendilerini auteur
ilan eden yönetmen-
lere yönelik cevap
niteliği taşır: “Üs-
luptan bahsediliyor.
Mesela ikinci filmini
yapmış bir sinemacı-
nın üslubundan bahsediliyor. Efendim
bunlar olacak şey değil. Üslup bulmak,
üslup yapmak, sinemada yeni bir dil
kurmak... Bunlar ne zor şeyler... Bunları
her babayiğit yapamaz. Evvela insan
başı belli sonu belli bir yığın film yapa-
cak. Şöyle bakalım biz, bu filmmi değil
mi... öyle zaman geçecek, birçok filmler
yapılacak. Ondan sonra üslup oluşa-
cak”. Görülmektedir ki, sinemacılara ve
sinemaseverlere birbirinden ilgi çekici
filmler bırakan usta yönetmenden öğre-
nilecek hâlâ birçok şey bulunmaktadır.
Öyleyse şimdi, bütün tartışmaları geride
bırakarak, bu usta yönetmene hak ettiği
değeri vermek, onu anlamaya çalışmak
ve sevmek zamanıdır.
1...,28-29,30-31,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,46-47 50-51,52-53,54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67,68-69,...80
Powered by FlippingBook