Egeden 18. Sayı - page 36-37

34
35
GÜZ 2013
veya olmayanlar, vb. Bu tarz birleştir-
meler daima bir dışlama varsayarlar.
Bu tür kavram oluşturma, uzun bir
dönem boyunca, ırkçı kategorilen-
dirmelerin temeli olmuştur. Burada,
kendi kendimize oluşturmadığımız
bir dış ilkeye, tartışmasız kabul
edilen ve inanılan bir şeye göre top-
lanılır ve meşruiyet sorunu yoktur.
İkincisi, politik birleşme tarzıdır.
Bura-
da halk kavramı, olgusal cevaplara
göre veya inançlara dayandırılarak
doğrulanmaz. İnsanların bir halk
olarak toplanması, doğal bir veri gibi
düşünülmez. Bu, köklerden kopmayı
gerektirmez, hal, kendini, temellen-
dirilmesi gerekli bir inşa olarak temsil
eder. Bu temeller konusunda , bir
geleneğe veya kutsal bir güce değil,
kendine hesap vermek durumun-
dadır. Politik, inşacı yaklaşımda, hiç
kimse, bir aidiyet zorunluluğuna tabi
değildir ve hiçbir cemaat, kendi dün-
ya görüşü adına hüküm süremez.
Cumhuriyetin inanca değil, yasaya
ihtiyacı vardır. Yasa, herkesi herkes-
ten ve herkesi kendi cemaatinden
korur (Taguieff, 1996). Bu anlayış,
pratikte,
yurttaşlığı soydaşlığa üstün
tutan, inşacı, sözleşmeci bir ulus
anlayışına yol açmıştır (Bilgin, 1995).
Farklı etnik kökenlerden insanların
aynı ulus veya siyasal toplulukta bir-
leşmesi, bu tür bir anlayışta mümkün
olabilmektedir. Ancak Moscovici’nin
de (1994) özenle vurguladığı gibi,
burada zorunlu olarak, bir ulus- dev-
let anlayışı söz konusu değildir.
6. Entegrasyon İlkesi
Cumhuriyetçi fikrin bir diğer
özelliği, her türden dışlamanın
karşısında olmasıdır. Bu ilke, yuka-
rıdaki boyutun doğal bir uzantısı
gibi düşünülebilir. İki halk anlayı-
şından birincisi, Kintzler’in (1996)
belirttiği üzere, kendi kendini sunan
bir şeye gönderdiğinden her türlü
entegrasyon fikrini dışlar; eğer bir
başkası kendini sunarsa, başkası
olarak sunacaktır; burada iki şey
mümkün; bu başkası ya dışlanır, ya
benzer kılınarak yutulur. Irk, kan,
dinsel veya etnik aidiyet terimleriyle
düşünüldüğünde hedef, dışarıda
genişleme, içeride tek biçimlileş-
medir. Entegrasyon kavramı, ancak
politik toplanma tarzında anlamlıdır.
Çünkü bu tarz, ancak entegrasyonla
meydana gelebilir. Burada insanın
kendini kendi varlığından koparıp
yurttaş olarak düşünmesi gerekir.
Bu anlamda hiç kimse, politik bir
topluluğun doğal üyesi değildir; ama
herkes üye haline gelebilir. Kintzler’e
göre cumhuriyetçi anlayış, herkesin
kendisini, entegrasyon çerçevesinde
düşünmesini öne çıkarır. İnsanların
ortak yasalara razı oluşuna dayalı
bir bütünde örgütlenmesini içeren
entegrasyon, hem parçalanmaya
hem de tek bir biçimde erimeye
aykırıdır. Bu anlamda cumhuriyetçi
fikir, cemaatlere değil, cemaatçiliğe
karşıdır.
Yurttaşlık basit bir hukuk
ilişkisinin ötesinde bir anlam taşıdığı
ölçüde, birleştirici ve bütünleştiricidir.
Cumhuriyetin yurttaşlık anlayışı,
topluluğa entegrasyonun belirli bir
tarzını öne çıkarır. Yurttaşlar, toplu-
luğa, onun geleneksel değerlerini ve
tarihini benimseyerek entegre olur.
Ancak Canivez’in (1995) belirttiği
gibi, hiçbir politik topluluk, her
toplulukta hakim gelenekler olsa da
bir tek geleneğe dayanmaz. Öyleyse
topluluğun kültürüne entegrasyon,
bu geleneklerin birlikte var olma-
sı veya bazılarının çok bilinçli bir
kültür olarak birbirinde kaynaşması
imkanını sağlayan ilke ve değerle-
re katılımı varsayar. Entegrasyon
ilkesi, bundan sonra ele alacağımız
üzere (Cumhuriyetin kamu yararına
verdiği önem), pratikte sosyal adalet
ve sosyal dayanışma çabalarında
somutlaşmaktadır. Debray’ın (1989)
deyişiyle “gelirler arasında 1’e 50
oran bulunan yerde, cumhuriyet-
ten bahsedilemez”. Cumhuriyetçi
entegrasyon marjinalleşme, sosyal
dışlanma, gelir farkları, vb. dikkate
alınmadan sağlanamaz. Cumhuriyet-
çi fikrin kapsadığı entegrasyon ilkesi,
sosyal adalet anlayışını da beslemek-
tedir. Cumhuriyetçi entegrasyonun,
tarihsel olarak üç temel kurumu,
okul, askerlik hizmeti ve istihdamdır.
7. Ortak İyi ve Genel
Çıkara Önem Verme
Etimolojik kökeninden de (Res-
publica) anlaşılacağı üzerine Cumhu-
riyet, ortak iyiyi ve genel çıkarı öne
çıkarır. Bu ister istemez yurttaşlar
arasında örtük bir ahlak kontratının
varlığını, Moscovici’nin (1991) deyi-
şiyle, dürüstlüğü ve sosyal morale
uymayı içeren erdem fikrini gerek-
tirir. Bir takım değerlerin kabulüne
dayalı bu tür bir erdem anlayışı, farklı
bakış açılarının birlikte bulunmasını
ve diğerine saygıyı, günlük yaşama
taşır. Kamusal saygı ve politik sürece
katılım önem kazanır. Cumhuriyet
kavramının en uygun eşdeğerinin,
16. yy. Almancasındaki ‘gemeinwolh’
(genel refah) sözcüğüyle aynı kökten
gelen, İngilizce ‘commonwealth’, yani
‘common weal’ (kamu yararı) olduğu-
nu vurgulayan Berman’a (1998) göre,
“cumhuriyet fikri, belirli bir yöneten
biçimiyle özdeşleştirilerek tüketile-
mez. Bu boyut, liberaller ve komü-
noteryenler arası tartışmalarda da
gündeme gelmekte ve cumhuriyetçi
anlayışın bu ikisi arasındaki konumu
sorgulanmaktadır (bkz. Spitz, 1993;
1995; Petitt, 1998; Bilgin 1998).
Cumhuriyetçilik insanın doğasının
sosyal olduğunu varsayar.
Bireyler
arasındaki ilişkileri düzenleyen
hakkaniyetli bir kuralın bulunma-
sının, iyi düzenlenmiş bir toplum
oluşturmaya yeterli olmayacağı ve
her toplumda insanların belirli bir
iyi yaşam anlayışını (politik katılıma
dayalı yaşam) izledikleri görüşünde-
dir. Spitz’in (1995) ifadesiyle, insanın
kimliğinde, içinde yaşadığı toplu-
luğun amaçlarına katılmak esastır;
cumhuriyetçi ideal, bu anlamada
toplulukçudur (komünoter). Cum-
huriyetçilik, “belirli bir cemaatin
hayat tarzına sıkıca bağlı kalacak bir
siyasal yapı (devlet) arayan cemaat-
çilikten (komünotarizm) farklı olarak,
“herhangi bir tikel iyi kavrayışına
bağlı değildir (liberalizme yakın),
yani özsel bir iyi yaşam anlayışını
savunmaktadır. Bireysel özgürlüğü
temel alması dolayısıyla cumhuriyet,
ilke olarak liberaldir ve bireycidir
(Moscovici, 1994). Cumhuriyet bi-
reyselciliğe bir karşıtlık içermemekle
birlikte, birey anlayışı Dekartçıdır
(tüm bireylerde ortak olan aklın
varlığıyla tanımlanır). Ancak Cumhu-
riyetçilik açısından mutlak bireycilik
savunulamaz, “çünkü insan koşulu-
nun sınırlılığıyla uyuşmamaktadır.
İnsan, yetenekleri ve performansları
ne olursa olsun, kuşaklar zincirinde
sadece bir halkadır. Aşırı bireyleşme-
nin karşılığı cemaatçi gerilemedir”
(Kriegel, 1997, s.12)
Öte yandan cumhuriye, bireyin
özgürlüğünün, diğer bireylerinkine
bağlı olduğunu savunmakla (geniş
anlamda) cemaatçi anlayışa kaymak-
tadır, çünkü tarafsızlığın çoğulcu
bir toplumda herkesçe istenen bir
iyi olduğu, bir davranışın veya hak
talebinin değerlendirilmesinde, bu-
nun herkesin özgürlüğüyle uyuşup
uyuşmamasının temel ölçüt olduğu
fikrini içermektedir. Pettit’in deyişiyle
“iyi, hem
sosyal bir iyi
(gerçekleşmesi,
çok sayıda insanın varlığını varsa-
yan iyi), hem de
ortak bir iyi
(aynı
zamanda, grubun diğer üyeleri için
artırılamadıkça grubun bir tek üyesi
için de artırılamayan iyi) olduğu tak-
tirde cemaatçi bir ideal” (Pettit, 1998;
s. 165) sayılabilir. Pettit’e göre bu
tür bir değer ya da iyi, esas itibariyle
toplumundan soyutlanmamış yurt-
taşın özgürlüğüdür. Bu bakımlardan,
bazı yazarlar (Pettit, Walzer, Spitz, vb)
Cumhuriyeti, liberalizm ile komüno-
tarizm arasında üçüncü bir yol gibi
düşünme eğilimdedirler.
8. Kamusal Alana
Katılımın Gerekliliği
Cumhuriyetçi anlayışı nitelendi-
ren bir diğer özellik, kamusal alana
katılımın yüceltilmesidir. Bu önem,
son yıllarda yurttaşlığın tanımında,
‘insanın kamusal alana katıldığı ölçüde
yurttaş sayıldığı’ anlayışına kadar
varmaktadır. Kamusal alana katılı, daha
derinde,
insanın aktör ya da özne olarak
konumlanmasıyla ilişkilidir
. Katılım,
eylemleriyle eylemlerinin sonuçları
arasında bağ kuran, kendini bir aktör
olarak konumlayan, kontrol duygusu
veya illüzyonu taşıyan bireyler gerek-
tirmektedir. Küreselleşme sürecinde,
sorunların çapının genişlemesi ve
buna bağlı olarak insanın sosyal
nedenselliği kurduğu alanın daralması
sonucunda politika yerelliğe mahkum
olmaktadır. Bu yapılamadığında ise ka-
musal yaşamdan geri çekilme ve kamu
işlerine katılmama davranışı yaygınlaş-
maktadır. Modern demokrasiler için de
önemli bir sorun oluşturan bu durum,
cumhuriyetçiliğin üzerinde önemle
durduğu bir husustur. Cumhuriyetçi
yazarların (Beauvois, Taguieff, Kriegel,
Moscovici, vb) önemle üzerinde dur-
dukları gibi, bireysel hak ve özgür-
lüklerin korunması, insanların kendi
işidir, başkalarına havale edilemez.
İnsanların politikaya ilgi duymaması ve
kamu işlerine katılmamaları, oligar-
şilere zemin hazırlamaktadır. Politika
herkesin ve her bir kişinin işidir.
Bireysel kanaatlere kesinlikle saygı
gösterilmesi, kamuoyunun yaratılma-
sının bir gereğidir, bu ise demokrasiye
geçişin. Bu sayede politikanın sadece
dikey yanı (Devlet düzeyinde politika,
kurumsal politika) değil, Sartori’nin
önemle vurguladığı yatay yanı da (in-
san ile site ilişkisi veya kişiler arası ilişki
düzeyindeki politika) gelişir.
Cumhuriyet, bazılarının iddia ettiği
gibi, sivil topluma karşı değildir; yatay
politika ve sivil toplum anlayışına
sahiptir. Siyaset psikolojisi açısından
önem taşıyan bu yatay politika anla-
yışı, cumhuriyetçi anlayışın zirveden
buyrulmuş veya tebliğ edilmiş peşin
hakikatlere mesafeli durmasıyla da
yakından ilişkilidir.
Cumhuriyetçi anla-
yışta hakikat vaazetme yerine, objektif
düşünebilme ve argümantasyon önem
taşır
. Burada objektiflik, çeşitli sorun-
lara yaklaşımda kendisininkinden
başka ve mümkün tüm bakış açılarını
dikkate alabilme, çocuk gibi kendini
dünyanın merkezine koymadan baka-
bilme anlamındadır. Argümantasyon
ise diğerlerinin önünde söz alma ve
kendini makul bir varlık olarak ifade
etmeyi içerir. Dorna’nın (1994) ifade-
siyle cumhuriyetin örtük postülası, çok
çeşitli söz almaların varlığını yaşanabi-
lir kılacak ve bir tek söylemin egemen
olmasını engelleyecek bir tartışma ya
da müzakere aygıtının gerekliliğidir.
Çünkü“mümkün dünya üretimi, çok
zorlu bir kolektif imajinasyon işidir; bu
iş kognitif niteliktedir. Cumhuriyet bu
ideolojik etkinliğe herkesin katılımını
sağlamak için devrededir. Öyleyse,
cumhuriyetin meşruiyeti, çoğunluk
oylamasına değil, bu aygıta dayanır.
Sonuç olarak cumhuriyet, değerlere ve
karşıt bakış açılarının kabulünü temel
alır (Dorna, 1994). Cumhuriyetçi anlayı-
şın bu boyutu, pratikte, katılımcılık ve
sivil toplum hareketleri olarak kendini
gösterir. Örgütlü toplumun gerçek-
leşmesi, büyük ölçüde bu anlayışın
gelişmesine bağlıdır. Toplumumuzda,
yaygın bir şekilde gözlenen politika
karşıtı hareketler, aslında öğrenilmiş
çaresizliğin bir ifadesi olarak yorumla-
nabilir. ‘
Zavallı Türkiye, akbabaların elin-
de kaldı, bize adamgibi bir adam lazım
veya ‘
Türkiye’ye Atatürk gibi biri gerek’
veya ‘
Ben çok soğudumpolitikadan.
Artık ben ve politika ak ve karayız
’ gibi
ifadeler, politika konusunda, başarısız
olmuş, bir başka deyişle olumlu bir
şekilde pekiştirilmemiş deneyimlerin
sonucu gibi görünmektedir.
1...,16-17,18-19,20-21,22-23,24-25,26-27,28-29,30-31,32-33,34-35 38-39,40-41,42-43,44-45,46-47,48-49,50-51,52-53,54-55,56-57,...80
Powered by FlippingBook