Egeden 18. Sayı - page 28-29

26
27
GÜZ 2013
aslında. Ben hem resim yapıyorum
hem de harflerin resmini yapıyor yani
güzel yazı yazıyorum. Yani güzel yazı,
güzel sanatların bir dalıdır. Öğreten
için bir hizmettir, insanlık hizmetidir.
Yazan içinse ayrı bir şey, bir kutsallıktır.
Bence her güzel işle uğraşan, kutsal bir
iş yapmıştır. İsterse bu kişi son baharda
dökülen yaprakları, elinde çalı süpür-
gesiyle, kaldırımlardan süpüren bir
işçi olsun. Onun süpürgesiyle ahenkle
yaprakları toplayışını izlediğiniz zaman,
zannedersiniz ki yapraklar incinmesin
için öyle toplanıyor. Sözün özü güzellik
her şeyde aranmalı.
Peki hocam, hat sanatı, Türkçe
karşılığı ile güzel yazı yazma sana-
tından söz edilince neden akla önce
Arap alfabesi geliyor?
Bilgi eksikliğinden diyelim. Çünkü
aşağı yukarı Türkler İslamiyet’i ka-
bul ettiğinden beri Arap harfleri ile
yazmaya başlamışlardır. Sonra Osmanlı
döneminde Osmanlıca adı altında
Arap harflerinden oluşan bir Osmanlı
alfabesi çıkmıştır. Osmanlı dili, Türkçe
konuşulan ama Arap yazısı ile yazılan
bir alfabedir. Bunda bir terslik yok mu?
Var tabii. Dinimiz İslamiyet. Yazılan yazı
İslam dili. Dolayısıyla hat sanatı deyince
yalnız İslami sözler yazılabilir, Kur’an
yazılabilir, ayet yazılabilir, dua yazılabilir
gibi şeyler akla geliyor. Zaten hattatla-
rımız konularını genellikle inanç dün-
yasından seçmişlerdir. Öyle olunca da
hattatlar, Arapça harfleri ile yazdıkları
için hat sanatı denince Arapça yazılan
güzel yazılar akla gelir olmuş. Ben biraz
araştırdım, hat Arapça da değilmiş
aslında, belki de Farsçadan geliyor:
Hat çizgi demek. Hudut da çizgi değil
mi, “bir ülkenin hududu”deriz hani.
“Haddini bil” azarlamasında “çizgini
bil, sen buraya kadarsın”deniyor. Bu
örneklerden de anlaşıldığı gibi hat çizgi
demek, Hüsn-i Hat olunca, güzel çizgi
anlaşılıyor yani güzel yazı.
600 yıllık bir Osmanlı İmparatorlu-
ğu dönemi ve ondan öncesinde Türkler
Arap harflerini kullandıkları için, güzel
yazıya da onunla ulaştıkları için, hat
deyince eski yazı yani Arap harfleri
ile yazılan yazıyı akla getiriyor. Ben
diyorum ki “hattatım”. “Olmaz”diyorlar
bana, “sen hattat değilsin”. Neyim ben
peki? “Kaligrafsın”diyorlar. “Kaligrafi”
biliyorsunuz latince, “kali”güzel, “graf”
çizgi, yazı, grafik sanatları manasına
geliyor. Böyle olunca “kaligrafi”yi ya da
“hüsn-i hat”ı, Türkçeye tercüme eder-
sek, güzel yazı çıkıyor. Bu nedenle de
ben diyorum ki güzel yazı. Ben güzel
yazıyı yeni harflerle yani Latin harfleriy-
le Türk alfabesiyle, bu ayrımı mutlaka
yapmak lazım, yazıyorum. Sen“Latin
yazısı kullanıyorsun”diyorlar. Hayır,
“ben Türk alfabesi kullanıyorum, ama
Latin harfleri ile”. Zaten Osmanlı döne-
mi hattatları da Arap harfi kullanıyor
ama Osmanlı alfabesi ile. Sonuçta her
iki durumda da alfabeler farklı.
Arap Alafbesi ile güzel yazı yaz-
mayı denediniz mi?
Güzel Sanatlar Akademisi’nde Arap
harfleri ile ders veren hocalar da vardı.
Ama ben afiş atölyesindeydim. Biz
biliyorsunuz 1928’den beri yeni yazıyı
kullanıyoruz, Latin harfleriyle, Türk
alfabesiyle. Dolayısıyla afişlerimizdeki
yazı yeni alfabe ile. Benim atölyemde
kullanılmayan bir yazı olduğu için eski
yazıyı denemedim. Aslında okuldaki
diğer hocalardan da ders alabilirdim
hatta akademi dışındaki hocalardan
da. Öyle yapanlar da oldu. Kısacası eski
yazıyı da öğrenebilirdim.
Benim hocam Emin Barın, bana
sordu: “Etem, sen belli ki yazıya devam
edeceksin, eski yazı mı yazacaksın, yeni
yazı mı?”“Hocam dedim gördüğünüz
gibi atölyemiz afiş atölyesi ve ben yeni
yazı ile yazıyorum. Hem eskiyi hem
yeniyi yazabilir miyim”diye sordum.
“Olabilir. Ama birisi soldan sağa
yazılıyor, birisi sağdan sola. Bilek için
ters hareketler. Eğer ikisini de yazmak
istersen ikisini de güzel yazabilirsin
ama sanatçısı olamayabilirsin”dedi,
“Ona göre birine karar ver”.
Siz de Latin Alfabesi ile yeni
Türk harflerinin kabul edildiği yılda
doğduğunuz için bunu bir işaret kabul
ettiniz ve Türk harflerini kullanmayı
tercih ettiniz sanıyorum.
Ben doğduğumda elbetteki yazının
da doğduğunu bilmiyordum. Devrim
olduğunu bilmiyordum. Ancak sonra-
dan övünme payı olarak kullanıyorum
ben bunu kendime.
Atatürk’ün resimlerini çizmek,
imzasını stilize etmek çok önemli
işler. Ama Anıtkabir’in duvarlarındaki
yazıtların yazılmasında görev alışınız
belki de erken yaşınızda böyle bir
şansa eriştiğiniz için hayatınızın en
önemli anlarından biri olmuş olsa
gerek.
Tabii ki. Ben 1951 yılında İstanbul’a
geldim, Güzel Sanatlar Akademisi’ne.
1951-52 öğrenimimim birinci yılı. 52-53
ise ikinci yılı. Birinci yıl Sabri Berkel
Hocamın desen çalışmalarıyla geçer.
Ona “galeri”denir. Desen atölyesinde
başarılı olanlar ikinci yıl atölyesini
seçme hakkı kazanır. Afiş atölyesi var,
kumaş desenleri var, resim var, heykel
var, iç mimari var…Ben afiş istiyordum,
onda yazı olduğu için. Kaydımı oraya
yaptırdım. Emin Barın Hocam afiş atöl-
yesinde yazı hocasıydı. Bizim dönemi-
mizde Güzel Sanatlar Akademisi’nde
ayrıca yazı dersi yoktu. Yazı dersini biz
afiş atölyesinde görüyorduk, yazıyı
orada öğreniyorduk, o da haftada
bir-iki saat. Ne kadar öğrenilirse. Ama
yeteneğinde yazı var ise, içinde sevgisi
var ise yani bendeniz gibi, yöneliyorsun
yazıya tabii. Hoca ile benim tanışmam
ayrı bir tesadüftür, bir rastlantıdır, güzel
bir rastlantıdır. Burada onun hikayesine
girmeyelim. Öğrenimimim ikinci yılına
başladım, 1952’nin ayları bitti. 53 geldi,
Haziran’da okul tatile girdi. Hocam,
“Etem yazın memlekete ya da başka bir
yere gitme burada kal. Seninle beraber
çalışacağız”dedi. “Hocam benim de
gittiğim yok zaten”dedim. “Anıtkabir
kitabeleri yarışmasını ben kazandım”
dedi, “Sen de yardım edeceksin, bera-
ber yazacağız”. O andaki duygumu hiç
sormayın ben de hatırlayamıyorum ne
olduğunu.
Ama 25 yaşında sanata yeni
başlamış biri olarak gerçekten çok
önemli ve tarifsiz bir his olmalı.
O bir. İkincisi, İstanbul Anadolu’dan
gelenler için başka bir dünya.
İstanbul’a, hâlâ şaşkınlığım geçme-
miş ki benim... Birden bire ders veren
hocanın asistanı gibi oldum. “Yardım
edeceksin” kelimesi ne demek, yanında
duracaksın. Çok güzel bir şey. Heye-
canlandırdı beni. Heyecanımın da ne
olduğunu anlamadım… Şaşkınlık…Ve
öylece her biri bulunacakları kulelere
göre nutuktan seçme cümleler olan
Anıtkabir kitabelerini yazma işine baş-
ladık. Hocam eskizlerini yaptı. Oturduk
beraber harflerini yaptık. 60 yıl geçti
aradan, hâlâ bende durur Anıtkabir
harfleri. Kokluyorum, 60 yıl öncesi
kokuyor.
Ve bütün yaz ben o yazıları, Güzel
Sanatlar Akademisi’nin uzun, geniş
koridorlarında yazdım. İlk hocam Sabri
Berkel de oradaydı. Onun gravür atöl-
yesi vardı, orada gravür çalışırdı yazları,
bir yere gitmezdi. Onunla beraber, o
gravür atölyesinde salonda bazen çay
içerek bazen sohbet ederek geçirdik
yazı. Bunlar güzel şeylerdi. Anıtkabir
gibi devletin temeli olan bir yapının
içinde emeği olabilmek, sanata ulaşa-
bilmek güzel şey. Benim ilk kez sanatla,
duvarla karşı karşıya gelmem de orası.
Ama hâlâ Anıtkabir’e her ziyaretimde
daha öğrenciyken hocamın söyledikle-
rini çok iyi kavradığımı fark ediyorum.
Tarihi bir olay bununla da övünüyo-
rum. Hocamın bile “benim için onur”
diye tarif ettiği ve çalışmaları içinde en
öne koyduğu böylesi önemli bir pro-
jede daha öğrencilik yıllarımda görev
alabilmiş olmak benim için tarifsiz bir
onur ve gurur kaynağı.
Mutlaka... Sergi açılışınız öncesin-
de Atatürk’ün harflerinden yeni bir
yazı örneği çıkarmaya çalıştığınızı,
ancak hâlâ üzerinde çalıştığınızı
söylediniz. Tamolarak nedir yapmaya
çalıştığınız, Atatürk’ün harfleriyle bir
“font” (belirli bir tip ve boydaki harf
takımı) yaratmakmı?
Hayır, Atatürk’ün el yazısına
benzer yeni bir stil yaratmaya çalışıyo-
rum. Ama hâlâ başaramadım. Onun
yazısının aynısını yazabiliyorum da
ona benzer yeni bir yazı yaratmak işini
henüz başaramadım. Onun yazısında
hissedebilene bambaşka izler var, örne-
ğin müthiş bir kararlılık var. Sözlerinde-
ki kararlılığı ve keskinliği yazısında da
bulabiliyorsunuz. O izleri taşıyabilecek
başka bir alfabe henüz yaratamadım.
Bugün pek çok yerde karşımıza çıkan Atatürk’ün
imzasını Çalışkan stilize etti. Çalışkan’ın kaleminden
çıkan K. Atatürk imzası ilk olarak yine kendisi tara-
fından çizilen bir Atatürk portresi ile birlikte 1969
yılında Hürriyet Gazetesi’nde yayınlandı.
Çalışkan:“...Güzellik duygusundan, güzelliği anla-
ma, yaşama duygusundan yoksunsa, çok noksandır
o kişi. Bir sözümüzü söylerken, birisine bir sözü yazı
ile ulaştırırken onu herhangi, okunacak bir şekilde
yazmak var, bir de onu güzel yazmak var”
1...,8-9,10-11,12-13,14-15,16-17,18-19,20-21,22-23,24-25,26-27 30-31,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,46-47,48-49,...80
Powered by FlippingBook