Egeden 18. Sayı - page 32-33

30
31
GÜZ 2013
Toplumumuzun temel siyasal
sorunlarını, “düşünce piyasasına
egemen olan düşüncelerin dışında”
yeniden düşünebilmek çok zor. Kon-
formite olgusu nedeniyle, fikirlerin
sosyal olarak nasıl göründüğü büyük
önem taşıyor. Bu yüzden doğru
gibi görünen yanlış fikirlerle birlikte
yaşamaya alışkınız. Zor değil bunlara
kapılmak. Çünkü psiko- sosyal risk
ve pahaları karşılaştırıldığında “tek
başına haklı olmaktansa, birlikte ya-
nılmak” çok daha rahat. Belki de bu
nedenle “yanlış gibi görünen doğru
fikirler” olabileceğini hiç aklımıza
getirmiyoruz. Cumhuriyet, hayatı-
mızın hemen hemen her alanında
ve sıklıkla karşılaştığımız, iyi tanım-
lanmamış, muğlak kavramlardan,
sosyal bilimler literatüründeki teknik
terimiyle “belirsiz kavramlar’dan
(fuzzy concept) biri. Siyasal tartış-
malarımızın anahtar kavramlarından
olmakla birlikte, çeşitli kullanımları
dikkate alındığında büyük bir belir-
sizlik taşımaktadır. Felsefi, sosyolojik,
siyasal, antropolojik, sosyal psikolojik
yanları var.
Cumhuriyet konusunda birbi-
rinden az çok farklı analizler yapan
çeşitli yazarlar, Cumhuriyet fikrinin
birkaç temel boyutunu öne çıkar-
maktadır:
1. Kamusal alanın hukuk
kurallarıyla yapılandırılması
2. Politikanın önemi ve politik
alanın özerkliği fikri
3. Yurttaşlığın tesisi ya da yurttaş
olarak insan fikri
4. İnsanın gelişebilir bir varlık
olduğu fikri
5. Politik topluluğun ya da ulusun
kavramsallaştırılması
6. Entegrasyon ilkesi
7. Ortak iyi ve genel çıkara önem
verme
8. Kamusal alana katılımın
yüceltilmesi
1. Kamusal Alanın Hukuk Kuralla-
rıyla Yapılandırılması
Hukuk temelli bir kamusal alan
fikri, cumhuriyetçi anlayışın çeşitli
düşünceler tarafından (Spinoza,
Rousseau, vb) vurgulanan önemli
bir niteliğidir. Cumhuriyet, özgürlük-
lerin birlikte varoluşunu sağlayarak
bireysel özgürlüğü garanti eden bir
kurumsal alanın oluşturulmasını
gerektirir. Bu, “her bireyin kendinin
evrensel bilincine ulaştığı, kendi
özel çıkarını herkesin çıkarından
ayırmamayı öğrendiği bir yurttaşlık
alanıdır.” (Moscovici, 1994; s.146) Bu
kamusal alan, hem birlikte yaşamayı
(ortak- yaşamsallık), hem de bireysel
özgürlükleri mümkün kılar. Bu anla-
yışta kurumsal alan, her bir insanın
kendi özel dünyasında, herhangi bir
sorgulayıcı gücün baskısını hisset-
meden, kendi öz amaçlarını izleme-
sinin koşuludur. Bu nokta demokrasi
ile cumhuriyetin birbirine eklemlen-
me eksenini oluşturur. Literatürde,
Aristoteles’e dayandırılarak irdelenen
bu ilişkiyi, Kriegel (1994) şu şekilde
analiz etmektedir: Aristoteles,
iki tip
otorite
ayırt etmektedir; birincisi,
Efendi’nin köleler üzerinde olan
otoritesi olan
despotes
, diğeri devlet
adamının özgür insanlar üzerindeki
otoritesi olan
politikos
. Ona göre,
babanın çocuklar üstündeki otoritesi
birincisine, kocanın karısı üzerindeki
ikincisine örnektir. Bunlardan birinci-
sini monarşik, diğerini cumhuriyetçi
olarak adlandıran Aristoteles, bu
doğrultuda, iki tip toplumdan söz
etmektedir: Kişisel çıkara göre ör-
gütlenen
despotik toplumlar
ile ortak
çıkara göre örgütlenen
cumhuriyetçi
toplumlar
. Bu ortak çıkarı kimin yö-
neteceği, kimin savunacağı sorusu,
yönetimin tarzını gündeme getir-
mektedir. Yönetim tarzı, ortak çıkarı
yönetecek olan kişi ise otokrasi, bir
grup ise aristokrasi, halk ya da en
büyük sayı ise demokrasi olacaktır.
Buna göre, ortak çıkarları savunan
tüm yönetimler cumhuriyetçi olabi-
lir. Kriegel’e göre demokrasi, iktidarı
kimin icra edeceği, cumhuriyet ise
iktidarın ya da politikanın objesini,
yani neyin yönetileceği sorusuna
göndermekte ve bunu kamusal alan
(ortak çıkar) olarak belirlemektedir.
Cumhuriyet, ortak çıkarı amaçlayan
ve otoritenin özgür insanlar üzeri-
ne yasalar yoluyla icra edildiği bir
toplum tipini tanımlamaktadır. Nasıl
ki demokrasi, egemenliğin ayrımsız
olarak tüm yurttaşlara ait olduğu bir
egemenlik tarzı olarak otokrasi ve
aristokrasiden farklı bir egemenlik
biçiminin ifadesiyse, cumhuriyet de
despotizme karşı bir yönetim tar-
zının ifadesidir. Bu açıdan despotik
demokrasi olabileceği gibi, aristokra-
tik veya otokratik cumhuriyetler de
olabilir. İki boyutun birbiriyle çapraz-
lanması, hiç değilse teorik planda,
birbirinden farklı tipler doğurmakta-
dır. Ancak genel olarak bir despotun
kendi kendine saptadığı yasaları uy-
guladığı, genel iradenin, hükümran
olanın özel iradesi gibi icra edildiği
despotik yönetim biçiminden farklı
olarak
cumhuriyet, yasama ve yürüt-
me güçlerinin ayrıldığı, yasamanın ön
planda olduğu bir yönetim tarzıdır.
Özetle belirtmek gerekirse, modern
anlamda Cumhuriyet büyük ölçüde
Prof. Dr. Nuri BİLGİN
Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi
Psikoloji Bölümü
MAKALE
Cumhuriyeti anlamak
hukuk devleti anlamına gelmek-
tedir. Nitekim Rousseau, cumhu-
riyeti, yasalarla yönetilen devlet
olarak nitelendirirken; Spinoza da
tümmodern cumhuriyetlerin hukuk
devleti, tüm hukuk devletlerinin de
cumhuriyet olduğu
nu belirtmektedir.
(Kriegel- 1994). Cumhuriyetin bu
boyutu, özgürlüklerin birlikte varolu-
şunu sağlayarak bireysel özgürlüğü
garanti etmektedir.
2. Politikanın Önemi ve Politik
Alanın Özerkliği Fikri
Cumhuriyet politikaya özel bir
önem verir. Politikanın özerkliği, esas
olarak XVII. yüzyıl kökenli rasyonel
düşünceye paraleldir. Politika bir
başka alana (moral, ekonomi, bilim,
din) indirgenemez. Cumhuriyetçi
anlayışa göre ‘kendi imkanlarıyla ve
olabildiğince akıl ve iradeyle kendi
tarihlerini yapmak ve ortak varo-
luşlarının tarzlarını bulmak, sadece
insanın işidir; insanlara düşer; politik
otorite veya sitenin organizasyonu,
bir başka temele dayanmaz; yasayı
yapan şey, ne doğa, ne doğa üstü,
ne töredir. Yasa insanlar tarafından,
insanlar için yapılmalıdır; yani yasayı
yasaya itaat edecek olanlar yapma-
lıdır. Bu noktadan itibaren, madem
ki herkes yasaya itaat edecektir,
ırk, servet ve hatta yetenek ayrımı
olmaksızın herkesin yapması gerekir
yasayı (Moscovici, 1994). Politika
Moscovici’nin de belirttiği gibi, ikti-
darın sevilmeyi aramaksızın uygulan-
masını ve itaat edilmesini öngörür.
Bunun da temelinde politikanın
niyetlere göre değil, edimlere göre
yargılanması gerektiği ilkesi vardır.
Cumhuriyet, iradi olanı uygulaması
dolayısıyla, politikayı bir kader gibi,
geçmişin ürünü gibi değil, bir icat
gibi ya da proje ürünü olarak görür
(Rouquette, 1988). İnsanlık tarihinde,
bu her iki anlayışında geçerli olduğu
örnekler vardır. Ama cumhuriyetçi
fikir, tarihin cereyan edişini, daha
önceden kazanılmış zorunlulukların
sonucu olarak görmek yerine, top-
lumların kendi kaderlerinin hakimi
ve yenilik, devrim, reform yapma
kapasitesine sahip oldukları sayıltı-
sını taşır.
Cumhuriyetçi anlayışın politi-
kaya yaklaşımında, hakikate sahip
olma iddiası yoktur. Politika genel
olarak hakikatin değil, kanaatlerin
alanıdır; burada ulaşılamaz mutlak
hakikat değil, ‘insani doğru gibiler’
önem taşır. İnsanlar tarafından kabul
edilebilir veya onlara doğru görü-
nen önemli olunca, bunun yolu da
bellidir; bunlara, Beauvois’nın (1994)
deyişiyle, kamu önünde argüman-
tasyonla ulaşılır. Hakikate değil,
doğru gibiye ulaşma sanatı olan
argümantasyon, yurttaşın birinci yet-
kinliğidir (kompetans); herkes onu
başarabilmelidir; zira hakikat kendini
dayatır (silahla, vs) kabul edilebilir
olan ise argümente edilir. Bu anlam-
da cumhuriyet, çeşitli söz almaların
ve farklılıkların varlığını sürdürmele-
rinin sağlayan bir aygıt, bir çerçeve
gibi düşünülebilir. Herkesin, kendini
diğerleri önünde, herkesin çıkarı için
makul varlık olarak ifade etmesi, bu
sayede mümkün olabilir.
Nihayet bu boyut, cumhuriyet ile
laiklik arasındaki sıkı ilişkinin teorik
zeminine işaret eder. Cumhuriyet
toplumu düzenlemeyi ve kamu
otoritesini ele geçirmeyi hedefleyen
din ya da mezheplerle bağdaşmaz.
1...,12-13,14-15,16-17,18-19,20-21,22-23,24-25,26-27,28-29,30-31 34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,46-47,48-49,50-51,52-53,...80
Powered by FlippingBook