Egeden 22. Sayı - page 34

32
ev içi yerine aile içi şiddet biçimin-
de tercüme edilerek uygulamaya
girmiştir. Doğrusu ev içidir, zira ev içi
kavramı çok daha geniştir.
Sözleşme 1 Ağustos 2014
tarihinde yürürlüğe girdi. Sözleşme-
de yasaklanan şiddet biçimlerine
baktığımızda son derece geniş
olduğunu görüyoruz. Başta fiziksel
şiddet olmak üzere psikolojik şiddet,
cinsel şiddet, tecavüzler dahil olmak
üzere ısrarlı takip, bu çok yeni bir şey,
özellikle yeni teknolojilerle birlik-
te üniversite öğrencileri arasında
çok yaygın. Özellikle Facebook’da
Twitter’da başka sosyal medya
mecralarında ısrarla bir kişiyi takip
etme, rahatsız etme ‘ısrarlı takip’
olarak adlandırılır ki bu da sözleşme
ile yasaklanmıştır. Yine çok yeni bir
başka getirisi de diğer sözleşme-
lerde çok görmediğimiz bir başlık
olan ekonomik şiddettir. Bir kadının
çalışmasının yasaklanması, maaşı-
na, parasına el konması, mirastan
faydalandırılmaması, bütün bunlar
ekonomik şiddet örnekleridir. Bu da
sözleşme çerçevesinde yasak olan
bir şiddet biçimidir. Son derece geniş
kapsamda fiziksel, psikolojik, cinsel,
ekonomik şiddet biçimlerinin hepsi;
yanı sıra ısrarlı takip de yasaklanmış-
tır. Yine üzerinde çok durulmayan bir
başka husus da erken yaşta evlen-
dirilmenin de kadına karşı bir şiddet
biçimi olması. İstanbul Sözleşmesi,
sadece kadınları, yetişkinleri koru-
maz, kız çocuklarını da korur. Yine
bu CEDAW hem kadınları hem kız
çocukları koruyan bir sözleşmedir
dolayısıyla erken yaşta evlendirilme
bir şiddet biçimidir. Kadınların ge-
nital olarak sakatlanması bir şiddet
biçimidir. Sözleşmede özel olarak
belirtilmiştir bunlar. Bunları da göz
ardı etmemek gerekir.
İstanbul Sözleşmesi, Avrupa’yı
kadına karşı şiddetten arındırmayı
amaçlıyor. Hem barış zamanlarında
hem de savaş dönemlerinde silahlı
çatışma dönemlerinde uygulanması
gereken bir sözleşme. Güçlü yanla-
rından birisi de yukarıda değindiğim
gibi, ‘kadına karşı şiddet’ söz konusu
olduğunda aklınıza gelmeyen, ka-
dının ekonomik, sosyal haklarını da
barındırıyor olması. Bunun yanı sıra
şiddetin kökenlerinin araştırılmasının
sorunun çözümü açısından önemine
değinmesi ve kadın erkek eşitsizli-
ğine dair sosyal kalıpların, örflerin,
adetlerin, klişelerin değiştirilmesine
dair spesifik hükümler içermesi de
diğer önemli yanları.
Tabii bu sözleşmenin BM Şiddet
Özel Raportörleri’nin raporları ve
kadın hakları komitesinin kararları-
nın birikimleri sonucu hazırlanmış,
bir sözleşme olduğunu göz önünde
bulundurmak gerekir. Dolayısıyla
çok geniş kapsamlı ve birçok hususu
içeren bir sözleşme olarak karşımıza
çıkıyor. Bence bu sözleşmenin zayıf
yönü, denetim organının çok güçlü
olmamasıdır. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin ihlali söz konusu
olduğunda başvurulabilecek bir
denetim organı olarak Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi karşımıza çık-
maktadır. Ancak ne yazık ki İstanbul
Sözleşmesi böyle etkili bir mekaniz-
maya sahip değil. Bir denetim organı
var ama daha çok raporlar üzerinden
denetim yapan, çok gerekli görürse
taraf devletin ülkesine ziyaretler ve
soruşturmalar yapmak şeklinde yet-
kilendirilmiş bir organ, dava açmak
vb. mümkün değil. Dolayısıyla ne
yazık ki etkin bir denetimmekaniz-
ması değil.
Şiddet mağduru kadınların açmış
olduğu çok sayıda dava bulunuyor.
Kadın Hakları Komitesi önüne gelen
davalardan bir kısmı Avrupa’da yaşa-
yan Türk kökenli mağdurların davala-
rıdır. Örneğin Komite önüne gelmiş
iki dava var; ikisi de Avusturya’ya
karşı. Avrupa’daki Türkler de eşle-
rini öldürmeye devam ediyorlar,
değişen bir şey yok maalesef;
çünkü aynı kafayı orada da taşıyorlar.
Avusturya’da kadına karşı şiddetle
ilgili inanılmaz güzel bir yasa var. Son
derece iyi işleyen bir sistem, çerçeve
var. Buna rağmen yine de iki kadın
öldürülüyor. İşte tam da bu noktada
Kadın Hakları Komitesi şuna vurgu
yapıyor; “Şiddete karşı mücadeleyi
destekleyen bir yasa olması önemli.
Ama bu yasanın özen yükümlü-
lüğü çerçevesinde uygulanması
çok daha önemlidir”. Burada özen
yükümlülüğünden kasıt, kadına
karşı şiddetin özel alan meselesi
olarak görülmemesi. Eskiden daha
çok karşılaştığımız bir durum vardı,
şimdilerde azaldı; hani kadın şiddet
görür karakola gider, babacan polis
‘kızım olur böyle şeyler, kocandır
sever de döver de’ der. Şimdi o kadar
değil, zaten artık kadını koruyan bir
yasamız da var. Dolayısıyla şiddet
mağduru kadın nereye başvurursa
başvursun, jandarma, polis, valilik
veya kaymakamlık da olabilir fark
etmez, kadının durumunun hemen
titizlikle ele alınması gerekir. İşte biz
buna ‘özen yükümlülüğü’ diyoruz.
Özen çerçevesinde bu meselenin
ele alınması gerekiyor. Komite
de zaten kararlarında buna işaret
ediyor. Dolayısıyla spesifik bir yasa
olması gerekir, özen yükümlülüğü
çerçevesinde uygulanması gerekir.
Toplumsal cinsiyet duyarlılığı taşıyan
bir yasa olmalıdır, kadına maddi
imkanlar sağlayan bir yasa olmalıdır
ve bu yasa da diğer yasalarla uyum
içinde olmalıdır. Şimdi düşünün
sizin bir şiddet yasanız var ama ceza
kanununuzda, iş kanununuzda,
hatta medeni kanununuzda birtakım
ayrımcı hükümler var. Bu Uluslararası
İnsan Hakları Hukuku’na da aykırı bir
durum. Özetle, tüm diğer yasaların
da bu şiddet yasasına göre değiş-
mesi, sorun arz eden hükümlerin
yenilenmesi, bunların uyum içinde
çalışması gerekir. Şiddetle ancak bu
şekilde tam olarak mücadele etmek
mümkün. Devlet sivil toplum örgüt-
leriyle iş birliği yapmalıdır. Toplumsal
cinsiyet duyarlılığına ve o bilince
sahip sivil toplum örgütlerinden
destek alınması gerekiyor. Dolayısıy-
la bir yasa yapılacaksa bu çerçevede
bir yasa olması gerekiyor.
(Bu metin, Yard. Doç. Dr. Gülay Arslan Öncü’nün,
Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın
Çalışmaları Anabilim Dalı’nın 6 Mart 2015 tarihinde
düzenlediği“Kadına Şiddeti Durduracağız”
etkinliğinde yaptığı ‘Uluslararası İnsan Hakları
Hukukunda Kadına Karşı Şiddet ve Ayrımcılık’
başlıklı tebliğinin deşifre edilmiş metnidir.)
1...,24,25,26,27,28,29,30,31,32,33 35,36,37,38,39,40,41,42,43,44,...80
Powered by FlippingBook