Egeden 4. Sayı - page 40-41

38
39
BAHAR 2010
İzmir Tiyatrolar Şenliği’nin
paydaşlarından biri olan Dokuz
Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi’nin çok yönlü Dekanı
Prof. Semih Çelenk ile “İzmir’de
tiyatronun dünü ve bugünü”
teması etrafında bir söyleşi
gerçekleştirdik. Yeni nesile dair
hiçbir şeyi yargılamayan ancak
bir şeylerin özelllikle “özveri ve
dayanışma” konusunda geçmi-
şe göre farklılaştığını söyleyen
Çelenk, tiyatroya gitmenin
öğrenilen bir davranış olduğunu
ve bu öğrenmenin de “zamanla”
olacağını savunuyor.
Tiyatrolar şenliği organizasyo-
nundan biraz bahseder misiniz?
Baştan başlayayım. 1982’den
beri düzenleniyor. Tiyatro Bölümü
Alsancak’taydı o zaman. Sahne ve
Görüntü Sanatları Bölümü’ydü. 27
Mart Tiyatrolar Günü, Fransa’da
başlayan bir kutlamadır. 27 Mart’ı
bir hafta olarak kutlayalım fikri
doğdu ve “tiyatro haftası” diye
bir şey ortaya çıktı. Bir de o yıl
bir hocamız vefat etti, Suat Taşer,
onun adına bir oyun yarışması
yapılıyor. Burada kazanan 4 oyun
sahneleniyor, konferanslar yapılıyor,
büyük oyun sergileniyor, konuklar
geliyor. 27 Mart’ın esprisi budur: Daha
çok insana tiyatro.
82’de de insanları tiyatroya çekmek
gibi bir sorun var mıydı?
O yıllarda etkinlik sayısı o kadar
azdı ki.. İnsanlar etkinliğe susamıştı.
Kültür endüstrisi bu kadar örgütlü
değildi. Şu an örgütlü de hala o kadar
büyük değil. Şunu hatırlıyorum: Aynı
oyunu iki seans üst üste oynattık.
Fuayede bekleyen seyircileri beklettik
bir daha oynadık. Beklemediğimiz
müthiş bir talep patlaması oldu. Bu-
gün üniversite gençliği beşe katlandı
ama bugün daha iyi bir tablodan söz
edemeyiz ne yazık ki. O yıllarda tiyatro
haftası olarak başladı ve kısa süre
içinde gelenek haline geldi. O dönem-
de Nurettin Tekindor Milliyet’in Ege
bölge şefiydi, basın sponsoru oldu ve
Milliyet’in basıldığı tesislerde “insert”
gazete bastı. Gazete kağıdına ön sayfa
afiş, arka sayfa program… Böyle bir
iyilik yapıyordu bize. Bir sponsorla
da akerdeon bir broşürümüz vardı .
Bütçesiz biçimde böylelikle yürütü-
yorduk. Bütün okulun öğrencileri çalı-
şıyordu, nerdeyse 60-70 kişilik tanıtım
grubuyla. Fakültenin kendi etkinliğiy-
di bu. Diğer kurumlar sadece bir gün
kutluyordu. Priştina döneminde bir
profesyonel organizasyonun da öne-
risiyle bu geleneği profesyo-
nelleştirip daha büyük hale ge-
tirelim önerisi geldi. Belediye
de sıcak baktı ve ana şemsiye
oldu. Olay bizden çıkmış oldu.
Bizim geleneksel tiyatro haftası
etkinliğimiz gene göbekte yer
alıyor. 4 kısa oyun ödülü, büyük
oyun, konferanslar devam edi-
yor. 6-7 yıldır Muhsin Ertuğrul
Tiyatro Emek Ödülü veriyoruz.
Bu ödül her yıl tiyatronun alt
dallarında üretim yapan bir
sanatçıya ya da bilim insanına
veriliyor. Geçen yıl yazarlık
dalında Turgut Özakman’a
verdik. Bu yıl tiyatro kuramı ve
eleştiri alanında Prof. Ayşegül
Yüksel’e veriliyor, hem Cum-
huriyet Gazetesi’nde tiyatro
eleştirmeni hem de Ankara Dil
Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro
Bölümü emekli öğretim üyesi.
Kendisi de burada olacak 27
Mart’ta ve ödülünü alacak. 7-8
senedir Belediye’nin şemsiyesi
altında profesyonel grupları
da kapsadı. Şu an her yıl 30-40
başvuru oluyor, 12-13 oyun
komite tarafından seçiliyor.
Tiyatro Şenliği ile ilgili
gelenekselleşmiş ritüeller
var galiba Güzel Sanatlar
Fakültesi’nde…
Evet, öyle ritüellerimiz vardır. Her
yıl açılış dersinde büyük bir tepsi
içinde yanan mumlar gelir ve Muh-
sin Ertuğrul’un “Mumlar Kimin İçin
Yanıyor” diye bir metni vardır. Bu çok
eski bir gelenektir. Tiyatro bölümünün
çok ilginç gelenekleri vardır. Şenlik
haftasında da prömiyerlerde bütün
gruba nazar boncuğu takılır. Herkes
bayram gibi giyinir, pırıl pırıl Tiyatrolar
Günü’nde. Herkes birbirini kutlar.
Biz çok iyi niyetliyiz tiyatrolar şen-
liği konusunda, 5 kurumun hemfikir
olması ve beraber çalışması da çok
önemli. Biraz daha farklı şeyler yapıla-
bilir yaygınlaştırma adına. Yüzü aşkın
temsil verilecek 10-15 gün
içerisinde, ayrıca konferans-
lar var… 5 okulda 5 tanıtım
konferansı yapacağız.
Şimdiye kadar tiyatro şenliği
nasıl geçti?
Başlangıcı çok coşkuluydu.
Bir de şöyle bir şeyi teslim
etmek gerekiyor: 80’li yıllar-
daki üniversite gençliği, 70’li yılların
dayanışmacı ahlâkıyla beslenmişti.
90’lı yıllarda ne yazık ki bu yavaş yavaş
kaybolmaya başladı. Yeni nesil kendi
yeni değerleriyle geliyor. İyi-kötü
bunu tartışmıyorum ama oradaki
coşku ve adanmışlık 70’lerden gelen
bir miras olarak önemliydi. Biz 12 saat
afiş asabilirdik. Muğla yolunda tiyatro
haftası afişi görürdünüz. Bütün İzmir
afişlenirdi. Gönüllülük üzerine kurulu
60-70 kişilik bir tim vardı. Belediyeye
geçtiğinden itibaren böyle bir amatör
örgütlenmeyi bıraktık. O dönem hem
organizasyonun büyük bir coşkusu
vardı, hem de seyirci çok az etkinlik
olduğu için bu etkinliklere çok önem
veriyordu. Şimdi şehir merkezindeki
salonlarda olan etkinlikler çok dolu
geçiyor. Belediye sübvansiyon yapıyor
ve profesyonel oyunları çok uygun
fiyata ulaşılır kılıyor. Daha çok insana
daha ucuza tiyatro… İzmir Tiyatrolar
Şenliği’nin amacı da bu zaten..
İzmir özelinde seyirci-tiyatro ilişkisi
açısından böyle bir eksiklikten söz
edebilir miyiz?
Bizde tiyatro seyircisi yaratmakla
ilgili özel bir çaba yok, genel olarak
Türkiye’de bir kültür politikası olarak
yok. İstanbul’un da Ankara’nın da
İzmir’in de sorunu bu… Bakmayın
siz İstanbul’da 14 milyon kişi yaşadığı
için tiyatro seyircisi havuzu büyük
görünüyor ama nüfusla kıyaslarsanız
felâket... Şöyle bir ölçü vardır tiyatro
istatistiğinde: bir kez gideni gidiyor
kabul edersiniz ya da tiyatro bileti
hesabı yaparsınız. Devlet tiyatroları
artı özel tiyatrolar artı buraya turneyle
gelenler ve burdaki topluluklar, tahmi-
ni rakamımız 300 bin. Bunlardan yılda
4-5 kez gidenler var bir kere gidenler
var… ortalamayı 2 alırsak yılda 150
bin kişi gidiyor 14 milyon kişiden… bu
da sanıyorum yüzde 4 falan yapar. Bu
sayılar Avrupa ülkelerinde yüzde 55-70
civarındadır. Yüzde 100 olan ülkeler
var İzlanda, Finlandiya gibi.
Şimdi görsel bombardıman çok
fazla. Tiyatronun bir tür olarak modası
geçebilir, seyircisi azalabilir, çoğalabi-
lir. Sadece şu var: Bu bir alışkanlıktır.
Bu alışkanlığı yaratmanız gerekir. Bi-
zim tiyatro seyircisi yaratma dediğimiz
şeyi birilerinin yapması gerekir. Tiyat-
roya gitmek operaya gitmek öğrenilen
bir davranıştır. Birkaç yıl önce yaptı-
ğım bir anketin sonuçlarına göre gelir
düzeyi ile tiyatroya gitme alışkanlığı
arasında bir bağ olmadığı ortaya çıktı.
Çok mûtena semtlerde yaptığımız
anketlerde çok düşük çıkarken, düşük
gelir gruplarında yüksek çıktığını
gördük.
Nasıl inşa edilecek tiyatro seyircisi?
Bu bir alışkanlıktır. Bir gün sabah
kalkıp “felsefe klubüne” gitmeliyim
demezsiniz. Birinden duyarsınız,
ilgili biriyle tanışırsınız, bir şekilde sizi
çeker. Tiyatro zaten yıldızı düşük bir
şey. Bunlar kültür kurumları olarak
zor ayakta duran kurumlar zaten. Bu
kurumlar eriyip gittiğinde bir boşluk
oluşacak, o boşluğu ne dolduracak
bilemeyiz, internet doldurur, oyun
salonları doldurur, başka şeyler doldu-
rur, bilemeyiz.
Gülmeceye daha çok rağbet var
sanki…Özellikle krizlerde insanların
daha çok güldürecek etkinliklere
yöneldiğinden bahsedebilir miyiz?
Doğru, 3000-5000 se-
nedir böyledir bu, gülmece
daha çok seyirci çeker. Ama
tiyatro kültürü almış, tiyat-
roya gitme alışkanlığı olan
bir insan her şeyi izler. Bir de
artık türler arası öyle geçişler
oldu ki 21. yüzyılda, oyunları
trajedi, gülmece diye net
ayıramıyorsunuz.
Bir de “stand up”lar çıktı…
O ayrı bir şey. Hoş sohbet biri-
nin sahne üzerinde sohbet etmesi.
Sonuçta tiyatroya benzer bir yanı var
tabiî; sahnede birisi hikâye anlatı-
yor. Çağdaş meddah falan diyorlar,
onları meddah olarak algılayamayız.
Tiyatrodaki hikâye dediğimiz şey daha
dramatik, köklü, insanı daha derinden
yakalayan, etkileyen, güldürürken
bile çelişkiler üzerinden gülmeceyi
sağlayan hikâyelerdir.
Ama “stand-up”ları da yok sayama-
yız. Bunun tiyatro seyircisini öldüren
bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Tiyatronun yeterince seyirci çekeme-
mesinin sebebini başka etkinliklerde
aramam. Tiyatro varolmak zorundadır.
Tiyatro kültürünü sadece tiyatrocu-
lar yaratamaz, bu bir ulusal kültür
politikasıdır. Sanat seyircisi yaratmak
kentli ve vatandaş yaratmaktır aynı za-
manda. Yani tiyatro modern anlamda
kentli yaratmakta bir enstrümandır.
O zaman “kentlilik” konusunda bir
sorun var?
Tabiî. Giyinip insanlar, akşamları
bir oyuna gittiklerinde kentli olurlar,
“kenti kullanmış” olurlar. Ama bütün
gün çalışıp sadece boğaz tokluğuna
para kazanabiliyorsanız, tiyatroya
gidecek paranız ve alışkanlığınız yoksa
oranın bir kent olmasının hiçbir önemi
yoktur, orası bir çalışma gettosudur.
Türkiye’de tiyatroya “nesli tükenen
bir canlı” gibi yaklaşılması hakkın-
daki düşünceleriniz?
Tiyatroya “arkaik bir uğraş” diyenler
var. Yani yeme-içme de çok eski, ama
hâlâ yiyip içiyoruz.
1...,20-21,22-23,24-25,26-27,28-29,30-31,32-33,34-35,36-37,38-39 42-43,44-45,46-47,48-49,50-51,52-53,54-55,56-57,58-59,60-61,...72
Powered by FlippingBook