Egeden 5. Sayı - page 48-49

KAMPÜSTE SÖYLEŞİ
46
47
YAZ 2010
yoktur, ama bizim çocukluğumuzu
anlatır. (Ingmar) Bergman da, (Henri
Cartier) Bresson da öyledir.
Yaptığınız filmlerin içinde içinize
sinmeyen oldu mu?
Olmaz olur mu hiç... “C Blok”u
seyredemem ben, çok utanırım hâlâ.
Bilmiyorum neden ama... Sanırım
fazla “estet” geliyor. Böyle çerçeveler,
atmosfer falan... Fazla estet.
Ama ilk filminiz, o kadar olur belki
de...
İlk ama, yine de sanki “bakın
bende neler var”ı göstermeye
kalkmışım gibi geliyor. Onun
utancıyla zaten Masumiyet’te
tam tersi bir anlayış sergiledim
sanırım. Utanç çok önemli bir duy-
gudur. O filmden o kadar utanma-
saydım Masumiyet olmazdı. Daha
basit, daha gerçekçi diyalogların,
daha gerçek bir şeyin peşine düş-
mek duygusu oluşmazdı. Utanma
duygusu, insanlığı daha ileri gö-
türebilecek en yerinde duygudur
bence.
“Masumiyet”in büyük çoğunluğu,
“Kader”in ise bir kısmı İzmir’de çekil-
mişti. Siz İzmir’deki sinema sektörü-
nü nasıl görüyorsunuz?
İzmir’de sinema sektörü mü var
ki? Bu durum çok şaşırtıcı ve üzü-
cü aslında. İzmir eskiden sinema
konusunda geleneği olan bir yerdi,
festivaller olurdu, etkinlikler olurdu...
Bitti gitti yani... Ben İzmir’i mekan ve
öykü yerleri açısından çok severim.
Mesela şimdi de çalıştığım iki senar-
yodan birisi yine İzmir’de geçiyor.
Ben de düşünüyorum niye hep İzmir
aklımda diye. Bana İzmir’in duygusu
Birisi, beni aşağılamak için
şöyle bir şey yazmıştı:
“Adamın 10-15 bin
seyircisi var, hepsi asistanı
olmak istiyor.”
Aslında düşününce,
bu galiba hoş bir şey...
Ümit MUTLU
Duygu ÖZTÜRK
Türk sineması denilince, özellikle
son yıllarda akla gelen birkaç isimden
birisidir Zeki Demirkubuz. Seveni
de, sevmeyeni de bunu kabul eder.
Zaten kendi deyimiyle, sevmeyenleri
sevenlerinden fazladır. Sinema yapar,
film değil. Meseleleri anlatır, hikayele-
ri değil. Çoğunluğun görmek istediği
mutlu sonlar, rahatlatıcı atmosferler
ya da pek şenlikli oyunculuklar yoktur
onun sinemasında. Ekseriyetle sıkılırız
filmlerinde, içimiz daralır. Gerçekleri
anlatır çünkü. Hayatın içinde ne varsa
onun vizöründen ve zihninden geçer,
beyazperdeye yansır. Gerçektir o da
bizim kadar, söyleşisine fazla insan
gelince şaşırır, oturup “Ne olacak bu
Beşiktaş’ın hali” diye onlarla laklak
eder.
Geçtiğimiz haftalarda Egeli öğren-
cilerle tekrar biraraya geldi Demir-
kubuz. Hep birlikte “Kader” filmini
izlediler, üstüne söyleştiler. Oradan
arta kalanlar ise bu satırlara taştı...
Sinema sizin için ne ifade eder?
Bu sorunun benim için başka bir
cevabı var, diğer sinemacılar için baş-
ka. Aslında çok net ve doğru bir yanıt
mevcut: Sinemacı olmak, film yapmak
inanılmaz bir şey. Dünyanın en büyük
mucizesi bence.
Kendinizi anlatmak için birçok yol
varken, niçin sinemayı seçtiniz?
Tesadüfen. Gerçekten. Ben zaten
kendi kendime yazıyordum. Sonra
olaylar böyle gelişti, bazı tesadüfle-
rin sonucunda sinemaya yöneldim.
Hatta başta fazla önemsemedim de,
ama sonra baktım ki sinema tam bir
“eylem alanı”. Hareketli, insanlarla iç
Ege Üniversitesi bir
önemli sanatçıyı daha
konuk etti geçtiğimiz
haftalarda. Türk Sine-
masının başarılı yönet-
meni Zeki Demirkubuz,
ziyaretinde öğrencilerle
buluştu, onlarla filmini
izledi, ardından da
söyleşi yaptı...
içe, mücadele alanı... O yanını sevdim.
Ondan sonra da böyle böyle işin içine
girdim. Somut bir neden yok aslında.
Bu cevaptan insanlar hayal kırıklığı-
na uğruyor bazen ama, gerçekten
tesadüftü.
Sinemayla anlatmak istediğiniz her
şeyi anlatabiliyor musunuz?
Yok canım, o mümkün değil.
Anlatmaya çalışıyorum sadece. Bunu
aslında teknik bir soru haline getirip
cevaplandıramayız. Burada
şunu yapmak lazım: Bir olanak
vardır ortada, herkes gücü,
amacı ve ahlakı doğrultusunda
bunu zorlar. Ben yaptıkça, güç-
lü hissettikçe bunu zorluyo-
rum. Mesela “Masumiyet” gibi
bir filmle başlayıp, “Bekleme
Odası”na kadar gitmemin
nedeni bu. Güçlendikçe daha
kabul edilemeyecek, daha
sevilemeyecek; ama mesele
olarak daha karmaşık, daha
derin işlere yöneliyorum. Daha
kişisel bir sinemaya doğru
ilerlemek gibi. Yapabileceğim şey de
bu zaten. Yoksa tutmuş bir filmin for-
mülü üzerine basa basa daha zengin
olursun, daha çok seyirci çekersin.
Amaçlarımız önemlidir, neden bunları
yaptığımız...
Peki Türkiye’de sinemacı olmak nasıl
bir şey, hele de sizin gibi bir yönet-
men için?
Açıkçası Türkiye’yi fazla düşünme-
dim, ben öyle çok şikayetçi değilim.
Zaten fazla şikayet eden bir insan
değilimdir. Kimse beni itip kakamaz
da. O kadar ayrıcalıklı bir şey değil, en
fazla bırakır giderim. Türkiye benden
sinema yapmamı da beklemiyor
zaten. Bir grup insan işte... O yüzden
o kadar şikayetlerim yok. Ama sosyal
anlamda çok da sevdiğimi söyleye-
mem. Biraz utandırıcı bir iş, özellikle
özne olmak. O açıdan bakılınca hiç
sevmiyorum.
Mutlaka anlatmak istediğiniz bir
hikaye var mı?
Ben hikaye anlatmam, benim işim
meselelerledir. Hikayeler meselelere
göre oluşur. Ama özellikle bir hikaye
anlatmam. Çünkü hikaye, tek başına
eksantrik bir şeydir, yeryüzü zaten
bunlarla dolu. İlginç bir hikayeyi
anlatmanın bir değeri yok. İlla ki öyle
bir merakımız varsa, akşam haber-
leri izlemek de yeterli, gazetelerin 3.
sayfalarında neler neler var... İyi bir
hikaye, iyi bir sanat yapımı demek
değildir. Sanat yapıtı anlam ve duygu
üzerine kurulu bir şeydir. Hatta,
‘hikayesizlik’ten çok büyük sanat
yapıtları çıkabilir. Bu anlamda büyük
sanat yapıtları çoğunlukla hikayesiz-
likten çıkmıştır. Mesela Tarkovsky’nin
“Ayna” (Zerkalo) filmi. Hiçbir hikayesi
1...,28-29,30-31,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,46-47 50-51,52-53,54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67,68-69,...88
Powered by FlippingBook