Egeden 5. Sayı - page 52-53

50
51
YAZ 2010
ekonomik düzenini kurmuş ve kültürel yaşamını
belirlemiştir. Hiç kuşkusuz; toplumların yaşam
tarzı ve kültürel gelişme düzeyi yaşanılan mekanın
coğrafi çevre olanaklarıyla yakından ilişkilidir. Bu
yaklaşımla, Kaz Dağı rölyefi yakın çevresiyle birlikte
coğrafi çevre kaynakları (toprak-su-bitki) ve uygun
iklim koşulları ilkçağdan beri insanları etkilemiş ve
yörede yerleşim ile birlikte ekonomik ve kültürel
gelişmeler meydana gelmiştir. Gerçekten, tarihin
erken çağlarında bu yörede Antandros, Adramytte-
on, Skamandrreia ve diğerleri gibi kent yaşamının
başlangıcı sayılacak yerleşmelerle yaşam, kültür ve
uygarlık gelişmelerini bunlara ait arkeolojik kalın-
tılarla kanıtlamak mümkündür. Kısaca söylemek
gerekirse, Kaz Dağı yöresi geçmişte ve günümüzde
doğal çevre unsurlarının sağladığı olanaklarla
bir yaşama ve kültür ortamı olarak konumunu
korumuştur. Dolayısıyla, Kaz Dağı yöresi, sosyo-
kültürel anlamda Anadolu kültüründe çok önemli
bir ortamdır ve bu ortamda tarih içinde gelişen
olaylara kısaca değinmek gerekir.
Kaz Dağı yöresi, konumu coğrafi çevre
özellikleriyle jeopolitik-jeostratejik anlamda bir
öneme sahiptir. Ege ve Marmara bölgeleri arasında
bulunan Kaz Dağı yüksek rölyefi, Ege Bölgesi’nden
Marmara Bölgesi’ne geçen karayolu ile Ege ve Mar-
mara denizlerini birleştiren Çanakkale Boğazı’ndan
geçen deniz yolunun giriş-çıkışını kontrol etme
üstünlüğü vardır. Öte yandan, dağın sahip olduğu
kaynaklar ve dağın eteğinde veya yakın çevresinde
kurulmuş zengin kent yerleşimleri her dönemde
vazgeçilmez çekim odaklarını oluşturmuştur.
Anadolu’ya ister doğudan, ister batıdan yönelen
göçler, istilalar, saldırı ve savaşların yolu sıklıkla
Kaz Dağı eteklerinden ve özellikle batı yamaçları
üzerinden geçmiştir. Başka bir sözle; yoğun orman,
zengin su rezervi ve verimli tarım toprakları yörede
yaşayan insanlar için yaşam kaynağı ve başkaları
için ilgi nedeni olmuştur. Bununla birlikte, Kaz
Dağı’n görkemli yüksek rölyefi ve doruklarına
erişebilme güçlüğü ona bir kutsallık yüklemiştir.
Dağın heybetli ve yüce görüntüsü erken çağlardan
beri insanları etkilemiş ve toplumların inançla-
rında yerini almıştır. Anadolu’nun ilk kültürü olan
Luvi dilinde ana tanrıçaya Ana İdeia/ İda dağlı”
denilmesi ve bu dilde“İdeia”sözcüğünün”orman,
ağaç, tahta ve odun”gibi anlamlara gelmesi,
Luvilerde ana tanrıçanın“Ağaç Tanrı”adını alması
da muhtemeldir. Zira, Luvilerin dinleri ana tanrıça
kültüdür ve ilk insanlar üretimi, doğum nedeniyle
kadında gördüğünden kadını kutsamışlar ve doğa
üstü bir özellik atfetmişlerdir. Luviler, yerleşim ve
coğrafi yerlere ana tanrıçanın bereketine/verimli-
liğine ulaşsınlar diye onun isimlerinin türevlerini
veya onun isimlerini vermişlerdir.
Kaz (İda) Dağı’nın kutsallığı, antik Yunan mi-
tolojisine de konu olmuştur. Homeros, ünlü İlyada
destanında İda Dağı’ndan“sık ormanlarla kaplı, bin
pınarlı dağ, yaban hayvanların evi”gibi tasvirlerle
söz eder ve tepesinde tanrı Zeus’un oturduğunu
söyler. Yine, İlyada destanında Truva savaşlarının
başlamasına yol açan ilk güzellik yarışmasının İda
Dağı’nda yapıldığı ayrıntılı olarak anlatılır. Truva’nın
düşüşünü bildiren ilk ateş de İda Dağı’nın zirvesin-
de yakılmıştır. Antik Ege uygarlığının gelişmesi ve
Ege Denizi ticaretinin güçlenmesi döneminde İda
Dağı’nın tarihi Troas bölgesinden (Biga yarıma-
dası) ayrı düşünülesi mümkün olmamıştır. Söz
konusu Ege uygarlığının mitolojisinde baş tanrı
Zeus ile onun eşi ve çocukları olan öteki tanrılar ve
tanrıçalar da İda Dağı’na gelmiş ve burayı mesken
tutmuşlardır. Bu tanrı ve tanrıçalar İda Dağı ve
çevresini koruyarak bereketlendirmişler, dolayısıyla
kutsal bir anlam yüklemişlerdir.
Bazı anlatımına göre, İda Dağı’nda yapılan
güzellik yarışmasında Paris, Afrodit’i seçer ve O da
Paris’e önerdiği rüşvet olan Helana’yı kaçırtır. Kaçı-
rılan Helana için Agamemnon komutasında birleşik
Yunan ordusu Truva’yı kuşatır ve savaş sonrasında
Truva yıkılır. Truva’nın yıkılıp yağmalanması sıra-
sında kaçıp kurtulan Truvalılır, Afrodit’in oğlu prens
Aneanes komutasında Edremit Körfezi kıyısındaki
Antandros’a (bugünkü Altınoluk beldesi) gelirler ve
burada İda Dağı ağaçlarından 20 gemi inşa ederek
Antandros limanından Roma’nın kuruluşunu
gerçekleştirmek üzere İtalya’ya açılırlar. Truvalı
prens Aneanes İda Dağı eteklerinde büyümüştür.
Bundan dolayı Roma imparatorları ve özellikle
Sezar kendi ataları olarak Truvalı prens Aneanes’i
kabul ediyordu. Sezar, M.Ö. 48 yılında Anadolu’ya
geldiğinde Truva’ya uğramış, kente bağımsızlık ve
vergi muafiyeti vermiştir.”
Roma İmparatorluğu genişleyip Anadolu’yu
ele geçirdikten sonra bu topraklarda Hıristiyanlık
yayılmaya başlamıştır. İmparator Costantinus
döneminde M.S. 313 yılında çıkardığı Milano
fermanıyla Hıristiyanlığa serbestlik tanımıştır.
Daha sonra imparator Theodosius döneminde 394
yılında Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini olunca çok
tanrılı din yasaklanmış ve tapınakları yıkılmıştır
(Umar 1999). Roma’nın 395 yılında ikiye ayrılması
ile Anadolu, dolayısıyla Troas bölgesi ve İda Dağı
Doğu Roma (Bizans) topraklarına katılmıştır.
Bizans devleti döneminde Biga Yarımadası ve İda
Dağı yöresinin güçlü bir sosyo-kültürel zenginliği
olmamıştır. Ancak bu dönemde, İda Dağı yöresi
tutucu Hıristiyanların yaşam alanı olmuş ve yörenin
çeşitli yerlerinde manastır ve kilise inşa edilmiş,
“Kilisealanı, Kocakilise, Manastır Çayı”gibi bazı
coğrafi yer adları bu dönemden kalmıştır.
11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar Haçlı Seferleri
ve Moğol istilası nedeniyle Anadolu’da büyük
Kaz Dağı yoğun ve zengin bir bitki
örtüsüne sahiptir. Fotoğrafta Kaz Dağı’n
yüksek yamaçlarında karaçam ve göknar
topluluklarının karışımı görülmektedir.
kargaşalıklar yaşanmıştır. Ancak, 1071 Malazgirt
Savaşı’ndan sonra Oğuzlar’ın Anadolu’ya akını yeni
bir dönemi başlatmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti
ile başlayan Anadolu’nun Türkleşmesi hareketi ile
birlikte İda Dağı’nın da bulunduğu Edremit yöresi
1231 yılında ele geçirilmiştir. Fakat, bu yörenin esas
Türkleşmesi 1300 yılında kurulan Karesi Beyliği
zamanında olmuştur. Bu asrın ilk yıllarında İda
Dağı’na Karesi Beyliği tarafından Ahmet Yesevi’ye
bağlı Horasan kökenli Şaman inançları ağır basan
Sarı Saltuklu Türkmenleri yerleştirilmiştir. İda
Dağı’nın kutsallığını fark eden Türkmenler dağın
adını, Orta Asya’da Şaman ayinleri sırasında
Göktanrı Ülgen’e sunulan kurbanları götürdüğüne
inandıkları yaban kazına atfen“Kaz Dağı”olarak
değiştirmişlerdir. Dağın 1765 m yüksekliğindeki zir-
vesine Sarı Saltuk’a izafeten“Babadağı Tepe”, 1726
m yükseltisine de inandıkları tanrıça Ayzıt (şaman
inancında neslin devamını sağlayan tanrıça) ile
ilgili olarak“Sarıkız Tepe”adını vermişlerdir. Şaman
inancına göre, Ağustos ayında Ayzıt’a kurban kes-
me geleneği vardır ve bu gelenek günümüzde de
devam etmektedir. Ancak, Ayzıt’ın Sarıkız Tepe’deki
kutsal yeri İslam kültürü içinde zamanla yatıra
dönüşmüştür. Kaz Dağı’nda her yıl Ağustos ayında
yörede yaşayan Türkmenler tarafından yapılan
“Sarıkız Şenlikleri”sayesinde de Şaman kültürünün
devamı sağlanmaktadır.
Sonuç olarak denilebilir ki; İda/Kaz Dağı
her dönemde çevresinde yaşayanlar için yaşam
kaynağı olmuş ve kutsal kabul edilmiştir. Nitekim,
asırlar boyunca üretim ve kutsallığın sembolü
olarak kabul edilen Sarıkız’a halen kurbanlar
kesilmekte ve adına köy hayırları yapılmaktadır.
Gerçekten, Kaz Dağı Babadağ Tepe’deki radar tesisi
dağın jeopolitik/jeostratejik önemini, 1993’te
güney yamaçlarının bir bölümünde Milli Park ilan
edilmesi ekolojik değerini, zengin su kaynakları
ve tarımsal ürünlerin çeşitliliği ekonomik yönünü
ve nihayet yöre haklinin halen devam eden Sarıkız
ziyaretleri ve şenlikleri sosyo-kültürel özelliğini
ortaya koymaktadır.
Herhangi bir mekan ünitesinde, insan-doğal çevre bileşenlerinin
etkileşiminde temel unsur jeomorfoloji/rölyeftir. Rölyef, iklim unsurlarının
belirleyici etkileri altında toprak, su ve vejetasyon örtüsü ile belli bir dü-
zenlenişe sahiptir. Bu düzenleniş bağlamında oluşan yerel sentezler çevre
olanaklarını belirlemektedir. Bir jeomorfolojik unsur olarak dağlar, çevre
olanaklarıyla insanlar için her çağda önemli bir mekan ve çekim alanları
oluşturmuştur. Dağ alanlarının sahip olduğu olanaklar ve potansiyeller
sosyo-ekonomik yaşamı ve kültürü şekillendirmiş, kalıcılığı ve gücü simge-
lemiştir. Zirvelere, yamaçlara takılan bulut kümeleri yağışları, yağışlar da
hayat veren sulara dönüşmüştür. Irmaklar, dereler dağlarda yaşamı besle-
miş, güçlendirmiştir... Dağ sakinlerine ait kültür unsurları da inançlarıyla,
sıkıntılarıyla, neşe ve ruh coşkularıyla kalıcılığı günümüze aktarmıştır.
Kaz Dağı ise, jeomorfolojik oluşumu kadar, ilkçağdan günümüze
değin ulaşan insan yaşamına ait kültürel izleri taşımaktadır. Zira Kaz Dağı,
salt üzerinde ve yakın çevresinde yaşayanlar için değil, tüm bölge insanları
için önemli bir mekan ve Anadolu kültürü için bir ortam oluşturmuştur.
Mitolojik veya kutsal adlarla anılması kadar, sahip olduğu zengin çevre
olanaklarıyla tüm zamanlarda çekiciliğini artırmıştır.
Kaz Dağı yöresinde tarihin erken çağlarında başlayan yaşam, kültür ve uygarlık gelişmelerini göste-
ren arkeolojik kalıntılara çokça rastlanmaktadır. Fotoğrafta Doç. Dr. Gürcan POLAT tarafından yapılan
kazılarda ortaya çıkartılan Antandros antik kentine ait kalıntılardan bir bölüm görülmektedir.
Kaz Dağı’n güney yamacında yoğun bitki örtüsü arasında sürekli akış gösteren Mıhlıdere vadisi
Sonuç
Antandros antik kentine ait kalıntılar.
1...,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,46-47,48-49,50-51 54-55,56-57,58-59,60-61,62-63,64-65,66-67,68-69,70-71,72-73,...88
Powered by FlippingBook