Egeden 8. Sayı - page 24-25

samimi olduğumuz biriymiş gibi se-
vecenlik ve canlılık gösteren Ebuzeyd
Amca, belli ki yolumuzu heyecanla
gözlemiş; masaya dizili duran çaylar,
neskafeler, kolalar, bardaklar, bisküviler
misafirini nicedir bekler gibiydi… 7-8
ihtiyarın yaşadığı bu uzak köy, nicedir,
Yezidi Çemberi
(Çeber-a Ezidan) gibi bir
kaderle kuşatılmış Yezidi toplumunun
durumuna genelgeçer bir örnek teşkil
ediyor…Rüzgarın ağulu ıslığı, Şair
Baba’nın deyişiyle, “topraksız insanın
ve insansız toprağın feryadı...”ndan
başka şey mi sanki? Bir de, evet, belki,
çemberin içinde kalakalanın feryadı…
M.Mungan’dan nakledilen“Çember,
çemberi çizen için komedi, içindeki
içinse dramdır ama eğer biri kendini
çember içine almışsa bu trajedidir.”
sözlerinde çalkalanan bilincim, tümü-
nü bir yana bırakıp, çemberden nasıl
çıkılacağını sorguluyor aslında…
Candan ve gülümser haliyle içimizi
ısıtan Ebuzeyd Atalam ise bu konu-
da pek umutlu değil. Giderek yok
olacağız, diyor. Bitecek, diyor…Acaba
kendini çember içinde hisseden bu
Yezidi’nin mi düşünceleri daha gerçek,
avutucu sözlere sarınıp umutlu çö-
zümlere inanan biz gezginlerin mi?..
Konuklarla azıcık şenlenen bu
yürekleri yine aynı yalnızlığa terk edip
gitmek zorundayız…
Midyat’a, İshak Şabanoğlu
Konağı’na, geçici evimize dönüyo-
ruz…Akşamleyin konağın büyüsünde
çayla tatlanan bir sohbete başlıyoruz
Zeki Güneş’le. O da farklı bir bileşenin
mensubu: Şafi-Kürt. Onun da sitemleri
çok ve de çok haklı. Şiveli, tedirgin,
içten sitemlerinde acılı anılar (özel-
likle batıdaki kentlere gittiklerinde),
insan yerine konulmamaklı, fukaralıklı
öyküler var… Şimdilerde bölgeye bir
“barış” atmosferi hakim, durum iyice,
ama, “Ekmek!”diyor, “Geçim!”diyor,
“Okul!”diyor, “Sağlık!”diyor adam;
doğru ya, bunlar olmazsa kötülüğün
üstümüze bir yorgan gibi örtülmesini
kim, nasıl engelleyebilir! “Onun Sünni,
benim Şafi, ötekinin Süryani, berikinin
Mıhallemi olması, neyi değiştirir, ne
önemi var? Şurda hepimiz yaşam kav-
gasında…Hepimiz aynı taştan örül-
müş evlerde, aynı toprağın üstünde,
yan yana, can cana…”diyor adam…
Sesi ırmak olup akıyor geceye…Zeki
Amca’nın bizi yönlendirdiği esnaf Zey-
ni Gökçe ise, bir Mıhallemi…Arapça
konuşan, Süryani kökenli oldukları
iddia edilen, Müslüman-Sünni olan
bir grubun mensubu… Farklılıkların
iç içeliğine şaşırmamıza bile şaşıracak
denli içselleştirmiş “bir aradalık”ı. Daha
ne denir?..
İshak Şabanoğlu Konağı’nın en
üst katında, alt bölümü dışbükey bir
istiridye kabuğuna benzeyen ince mo-
tifli minik balkonda, sanki bir kayığın
içinde karanlık deryaya serpişmiş sihirli
ışıkların peşi sıra kürek çeker gibi seyr-i
Midyat halindeyim…Dilimin tutuk-
luğu, düşüncemin aksaklığı, “kavra-
manın”eşiğinde olduğumdan mıdır?
Bölük pörçük ayrımsayıp“Taş haberli
mi göğsüne işli
yapraklardan
dallardan?”diyo-
rum…“Ateşin ve
güneşin çocuk-
ları”diyorum…
“Efsunlu bir şehir
kurmuşlar, şehri
bir efsunla boya-
mışlar…”
Sarımsı katori
taşından (kalker)
yapı cephelerini
adeta haykıran
birer insan yüzü
kılan oya gibi
işli sütunçe-
leri ve bir kez
yakalanan bakışı
bırakmamacasına ayrıntılarına çekip
dolaştıran kabartmalı-oymalı türlü
süslemeleri gözlerimle okşuyorum,
vakur ve saygılı…Karanlığın karnında
ürpertmeyen ama heybeti karşısında
insanı tutsak kılan Bethil Kilisesi’nin si-
lüeti, neden, Süryani halkının tarihteki
durumunu andırıyor bana…Ve tabii,
diğerlerinin de… Şaşalı, tantanalı,
kanlı tarihin içinde vakur, metin, sessiz
ve ama heybetli bir silüet!... Hani başta
dediğimiz gibi, ‘Kötü’ olan tarihin bir
“Çenber-a Ezidan”a hapsettiği bu iç içe
silüetlerdir ki, ne yok, ne var…Derken,
‘çember’in içinden bir sitemli ses, “Ne
ettin bana, ne ölebildim, ne yaşaya-
bildim!”diye ünlüyor, çan ve ezan
sesleriyle aralanan şafakta esrirken
özüm…Ayılıyorum; turuncu efsunun
içindeki ağulu yoksulluğa umarsız
kalmıyorum. Yoksullukla kamçılanmış,
cehaletle perçinlenmiş kem gözü, art
niyeti, niyetsiz daveti, davetsiz ‘nezare-
ti’ görmezlikten gelmiyorum. Bunları
da yazıyorum. Bunları da yazıyorum:
Bir kentin yüzü, insanlarının
yüzüdür. Öyle ki, evlerin, sokakların,
kapıların, pencerelerin alnına bilerek-
bilmeyerek kendi suretini nakşeder
insan. Kendi yüreğini, sesini... bu yüz-
den her evin bir şarkısı vardır, derinden
ve ancak yürekle sezilen. Her sokağın,
mahallenin ve kentin bir yürekten
geçip us’ta şavkıyan bir öyküsü vardır...
Midyat’ın şarkısında, kayanın bedeni-
ne çalıp çekici allı pullu, şen konaklar
yaratan ellerin sihrini duyduk; ve öykü-
sünde, telkâri deyip, gümüşün bağrına
basıp ateşi, ince ince tel eyleyen, tel tel
koru evirip çevirip kız saçı gibi ören,
simyaya ermiş ellerin sihrini gördük.
Midyat, bilerek-bilmeyerek
çoğullu-
ğun
ve zamanın örsünde dövülmüş
bilgeliğin
ezgisiyle çınlıyordu şafakta.
Tarihi özümleyip bir rüyaya yatıyorum:
Gün dönerken, yürüyoruz turuncu
sokaklarda…Ansızın bir çan sesiyle
Süryani Kadim; apansız bir ezanla
Müslüman katarları; bal rengi gözleri
ve yanık tenleriyle Med atlıları; içli bir
ezgi gibi ağır aksak Arap kervanları;
gökkuşağı giyinmiş, yüzünde döv-
melerle Yezidi obaları; çekik gözleri,
mağrur bakışlarıyla Türkmen boyları;
lime lime tabanlarıyla / bölük bölük
geliyorlar; ve taş ustaları çekici çalıp;
demirci ustaları körüğü üfleyip, kor kor
demiri örse yatırıyorlar; gümüşün ve
kumaşın simyacıları ince-işlek nakış-
lıyorlar sevinci... Göçü göçe ulayan
umutlarla; bendirleri, kudümleri, zilleri,
türküleri, ağıtları ve kutsal sözleriyle
katar katar geliyorlar; burası “
Matia-
te
”deyip, külünk ve çekiç seslerine/
alevden ezgilerine uyanan esmer
tenli, çıplak toprağın yüzüne Midyat’ı
dikiyorlar.
Mardin’in “Eski şehir”
olarak tabir edilen
tarihi merkezinde
bulunan Mor Behnam
(Kırklar) Kilisesi’nin
yazar-çevirmen papa-
zı Gabriel Akyüz’le
yaptığımız röportaj-
da, sadece çok merak
edilen Süryani kül-
türüyle değil, Hıristi-
yan-İslam felsefesine
dair farklılıklarla
da ilgili pek çok şey
öğrendik. Görüştüğü-
müz çoğu Süryani’nin
söyleminde olduğu
gibi Akyüz ile görüş-
memizde de barış ve
umut kavramları öne
çıkıyor.
Engin Önen:
Süryaniler Mardin’de
nüfus olarak çok ama sanırım esas
merkez Suriye olsa gerek…
Suriye’ye taşınması yeni oldu. 70-
80 yıllık bir geçmişi var. Fakat Süryani
Kilisesi’nin merkezi Antakya. Kilisemi-
zin genel adı Antakya Süryani Kadim
Ortodoks Kilisesi.
Papaz Gabriel Akyüz
Süryanileri anlatıyor
Demet Altuntaş:
Patrikhane hak-
kında bilgi verir misiniz?
Süryani Patrikliği’nin ilk merkezi
Antakya’ dır. Mor Petrus (Şemun)
tarafından M.S. 37- 43 yılları arasında
kuruldu. 518 yılına kadar Antakya’da
kalan Patriklik merkezi daha sonra bazı
siyasi görüşlerden ve baskılardan do-
layı geçici olarak birçok yerlere ve ma-
nastırlara taşındı. 969’
da Patrik VII. Yuhanna
zamanında Malatya’
ya yerleşti. 1058’ de
özellikle Melkit Rum
Ortodoksların baskı ve
saldırılarından dolayı
Diyarbakır’a alındı.
1293 yılına kadar hem
Diyarbakır hem de
Deyr-ul Zafaran Ma-
nastırı merkez olarak
kullanıldı. Suriye’deki
geçmişi 1932 yılından
sonra.
Önen:
Süryaniler
farklı bir kültürü temsil
ediyor ama mesela
Hıristiyan olduklarını
biliyoruz. Genel Hıristi-
yan dünyasından bir farkları var mı?
Süryanilerin kendine özgü özellik-
leri var, hem Hıristiyanlık öncesi hem
Hıristiyanlık sonrası. “Süryani”bir etnik
gurubu temsil eden sözcüktür. Sürya-
niler tarih boyunca isim değiştirerek
bu güne kadar gelmişler. Hıristiyanlı-
ğın ortaya çıkması ile birlikte yine bir
isim değişikliğine giderek varlıklarını
“Süryaniler, Süryani müziği ile tanınmış.
Hıristiyanlık’ın ortaya çıkışından bu yana,
ilk kez Süryaniler müziği kilisede kullanmışlar.
Süryaniler İncil’e çok sadık kaldıkları için
halk müziğini haram gördüler, hep kilise makamlarıyla
kilise müziğinde zirveye ulaştılar.
Şimdiki nesil ‘Biz dilimizle bir şarkı söylerken
günah mı işliyoruz? Türkçe veya Kürtçe veya Arapça
şarkı söyleyeceğimize Süryanice şarkı söyleyelim’
diyerek yeni yeni bir halk müziği oluşturdular.
Suriye’de ve Avrupa’da çok yaygınlaştı.
Halk müziği müzisyenlerimiz çoğalıyor,
yeni besteler yeni şarkılar üretiyor.
Edebiyatımız çok zengin, çok eski.
TümMezopotamya’da gelişiyor.”
SÖYLEŞİ
23
22
BAHAR 2011
1...,4-5,6-7,8-9,10-11,12-13,14-15,16-17,18-19,20-21,22-23 26-27,28-29,30-31,32-33,34-35,36-37,38-39,40-41,42-43,44-45,...88
Powered by FlippingBook